1 Ekim 2014 Çarşamba

Belki Hafız olamam; amma .... Hikaye



Belki Hafız olamam; fakat elhamdülillah mu'minim... Hikaye

İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda:

"- Fatma" dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla... Ve ekledi:

"- Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak istemiyorum."
Böyle tehdit edercesine konuşması, onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle:

"- Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da yaparız, hoca da!"
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi:

"- Hocahanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın. İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş.

Peygamber Efendimiz, "Hâfız olanlara cennette taç giydirilecek!" buyurmuşlar herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk anladık!"

Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim:

"- Tabii teyze, ne demek! Keşke herkes sizin gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim olsa... Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce Allah'a sonra bize emanet!.."

Kadıncağız elime yapıştı. Öpecekken ellerimi geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı.

"- Hocahanım bu eller, gözler hep günahlı, asıl sizinkiler öpülmeye layık!.."

"- Estağfirullâh teyze!" dedim . "O âhirette belli olur."
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma'nın Erzurum’lu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm.

"- Küçük nasıl kalacak, bu kadar uzaklarda..."

Zaman ilerledikçe Fatma'nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip çeşitli sorular soruyordu. Birgün:

"- Hocam hâfız olmak için Kur'ân'ı bitirmek mi lazım?" diye sordu.

Ben de:

"- Tabii ki hepsini ezberleyeceksin ki, "hâfız" adını alacaksın."
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.

Derslerim arasında onlara sürekli Kur'ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri:

"- Hocam" dedi. "Fatma'nın annesi, abdestli olmayanların hâfızlara dokunamayacağını söylemiş. Bu doğru mu?" diye sordu.

Çok ilginçti doğrusu. İçimden "mâşallâh!" dedim. Ve onların sorularına da cevap vermek için, "Osmanlı zamanında atalarımız Kur'ân'a ve hâfıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış." dedim.

Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi âdetâ kendilerini ulaşılması zor, vitrindeki altın gibi görüyorlardı.

"Görsünler" dedim kendi kendime... Bu yaşta, buralara gelmişler. Allah'ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Fatma'nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.

Birgün dersini 2 kez aksatınca sormak zorunda kaldım:

"- Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?"

Sert bir şekilde bana döndü. Solgun yüzüne bir ciddiyet gelmişti:

"- Hayır", dedi.

"- Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da hasta oluyorsun!" dedim.

Yalvarır gibi oldu. Gözleri dolmuştu:

"- Yanlış anlamayın, inanın ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allâh'ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem, bana âhirette hesabını sormaz mı?"

Dilim dudağım bağlandı. Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim, kendimi. O küçük kalbte bu ne îmandı, Yâ Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.

Birgün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra, arkadaşım olan doktor hanım:

"- Hocahanım, derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder." dedi.

Şaşkınlıkla:

"- Neden?" diye sordum. Bana:

"- Belki üzülecek, hatta inanmayacaksın ama, bu talebe "kanser!..".
Âdeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.

Hastâneden ayrılırken Fatma'ya hiç bir şey diyemedim. O ise hâlimi anlamış gibi, bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.

Kulağıma eğilerek:

"- Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak için zor tutum kendimi:

"- Mü'min kullara karşı çok güzel bir sûrettedir." dedim. Mırıldandı:

"- Belki hafız olamam, ama Elhamdülillah mü'minim!" diye.

Hâfız olmak için Kur'an'ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü artık dayanılmaz acılar içinde kıvranıyordu. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek, mahcûbiyetle:

" - Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız!.."

" - Ne demek!.. Nasıl kızarım sana.." dedim. "Hem sonra, sakın üzülme hâfızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hâfızlar zümresinden yazmıştır inşâallâh!" dedim.

Öyle sevindi ki! Sarıldı boynuma:

"- Gerçekten ben şimdi hâfız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?" Hüngür hüngür ağlıyordu.

Ya Rabbi, bu ne aşktı!

Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu Fatma, ne güzel bir kul olurdu.

Böylece Fatma'yı gözyaşları ile Erzurum'a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hâfızlık tâcını merak ettiğini, bunun rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.

Birgün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma'nın annesiydi karşımdaki ses... Ağlamaklı bir sesle:

" - Hocahanım Fatma'yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz?" deyince, ben de dayanamadım ağlamaya başladım.

Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:

" - Size ölmeden önce şunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak:

"- Anneciğim, hocama söyle!.. Azrâil söylediğinden de güzelmiş."

"Ey Rabbim; senin kelamın için yanıp tutuşan, yoluna yapışıp kelâmına sımsıkı sarılan kulunu, sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç?"
(Alıntı: Medya)

Yoksulluğun Sebepleri

Ve dahi hadiste şöyle gelmiştir: Peygamberimiz aleyhi's-salâtü ve's-selâm buyurmuş ki: "İnsana yoksulluk yirmi dört şeyden hasıl olur:
1. Ayakta bevl etmek (işemek),
2. Cünüp iken taam etmek (yemek),
3. Ekmek ufağın(ı) hor tutup basmak,
4. Soğan ve sarımsak kabuğun(u) ateşe yakmak,
5. Alimlerin önünce yürümek,
6. Atasına ve anasına adıyla çağırmak,
7. Rast geldiği ağaç ve süpürge çöpüyle dişin(i) kurcalamak,
8. Elin(i) balçık yumak,
9. Eşik üzerine oturmak,
10. Bevl ettiği (işediği) yerde abdest almak,
11. Çanağı ve çömleği yumadan (yıkamadan) taam (yemek) koymak,
12. Esvabını (elbisesini) üstünde dikmek,
13. Yüzünü eteği ile silmek,
14. Aç iken soğan yemek,
15. Evinde örümcek komak,
16. Sabah namazın(ı) kılıp mescitten ivelik çıkmak,
17. Erken pazara varıp ve pazardan geç çıkmak,
18. Yoksul kimseden ekmek satın almak,
19. Çıplak yatmak,
21. Kapkaçağı örtüsüz komak,
22. Çerağı üfürmek,
23. Her şeyi "bismillah" demeden işlemek,
24. Şalvarını ayakta giymek." Bunlar cümle yoksulluk getirir, müminler hazer etmek (sakınmak) lazımdır.
Dahi bir adam sabah namazına erken uyanayım derse, yatacak vakit "înna a'taynâke" sûresin(i) okusa sonra "ya Rabbi beni sabah namazına vaktiyle uyandır" dese bi-iznillâhi tâalâ ol adam sabah namazına vaktiyle uyanır.
Kaynak-Mızraklı-İlmihal

Günahların Büyükleri

Ve dahi günah-ı kebâirin (büyük günahların) nevi çoktur, bu mahalde yetmiş ikisi beyan olmuştur:
1. Adam öldürmek,
2. Zina etmek,
3. Livata etmek,
4. Şarap içmek,
5. Hırsızlık etmek,
6. Keyif verecek şey yemek,
7. Elin malını cebren almak,
8. Yalan yere şahitlik etmek,
9. Ramazan orucun(u) özürsüz yemek,
10. Riba (faiz) yemek,
11. Çok çok yemin etmek,
12. Valideynine (ana babasına) âsi olmak,
13. Sıla-yı rahmi (ana babayı, yalanlan ziyareti) terk etmek,
14. Hîn-i muharebede (harp sırasında) bir muslindin) bir kâfirden kaçması,
15. Yetim malını yemek,
16. Kilesin(i) ve terazisin(i) (ölçü ve tartısını) hak üzere uydurmamak,
17. Namazı vakti geçtikten sonra kılmak,
18. Mümin karındaşının hatırın(ı) yıkmak,
19. Resûlüllah sallallâhu taâlâ aleyhi ve selleme hilaf söz isnat etmek,
20. Rüşvet almak.
21. Hak şahadetine varmamak (doğru şahitliğe gitmemek),
22. Malının zekâtın(ı) vermemek,
23. Münkeri (kötülüğü) men etmemek,
24. Ruh sahibi olan hayvanatı ateşe yakmak,
25. Kur'an-ı azimü'ş-şan'ı ezberleyip yine unutmak,
26. Allahu azimü'ş-şan'ın rahmetinden ümit kesmek,
27. Âleme (başkasına) hıyanetlik etmek,
28. Hınzır (domuz) eti yemek,
29. Ashab-ı Resûlüllah'a seb etmek (kötü söz söylemek),
30. Karnı doyduktan sonra yemek,
31. Avretler(in) ehlinin (kadının kocasının) döşeğinden kaçması,
32. Avretlerin erinin ziyanına varması,
33. Bir saliha hatuna fahişe demek,
34. Koğuculuk etmek,
35. Kendisine livata ettirmek,
36. Ölmüş hayvan eti yemek,
37. Emanete hıyanet etmek,
38. Gıybet etmek,
39. Haset etmek,
40. Allahu azimü'ş-şan'a şirk (ortak) koşmak,
41. Yalan söylemek,
42. Tekebbür etmek (büyüklük taslamak),
43. Vâristen mal kaçırmak,
44. Buhl(cimrilik) üzere musir olmak,
45. Dünyaya muhabbet etmek,
46. Allah Taâlâ'nın azabından korkmamak,
47. Haramı haram bilip itikat etmemek,
48. Helali helal bilip itikat etmemek,
49. Falcıların falına inanmak,
50. Dininden dönmek,
51. Özürsüz elin avretine nazar etmek (bakmak),
52. Avretlerin erkeklerin libasını (elbisesini) giymesi,
53. Erkeklerin avretlerin libasını giymesi,
54. Harem-i Kabe'de günah işlemek,
55. Namazı vaktinden evvel kılmak,
56. Ehlinin (karısının) oyluğunu anasının oyluğuna benzetmek,{Kocanın, karısını annesi, kayın validesi, kızkardeşi gibi kendisiyle evlenmesi ebediyyen haram olan bir kadının bakılması caiz olmayan yerine benzeterek ona yaklaşmamaya yemin etmesine zıhar denir. Böyle bir söz kullanan koca, keffaret vermedikçe -nikâhı devam etmesine rağmen- karısıyla cinsi münasebette bulunamaz.}
57. Padişaha âsi olmak,
58. Ehlinin anasına söğmek,
59. Birbirine nişan dökmek,
60. Kelb (köpek) artığın(ı) yemek,
61. Bir adama iyilik edip sonra başına kakmak,
62. Erlerin harir (ipek) giymesi,
63. Allah Taâlâ'dan gayrıya yemin etmek,
64. Cahil kalmak,
65. Cahillik üzerine musir olmak,
66. Cahillik ne musibettir bilmemek,
67. Çok çok günahına musir olmak,
68. Zaruri olmayarak kahkaha ile çok gülmek,
69. Cünüp gezmek,
70. Hayız ve nifas halinde avretine yakın olmak,
71. Teğanni etmek (makamla şarkı-türkü söylemek),
72. Kendine zina ettirmek.
(Kaynak: Mızraklı İlmihal)

Namaz da tadil-i erkan (kaide)

(Tadil-i erkânın) terkinin yirmi altı kadar zararıvardır:
1. Fakirliğe sebep olur,
2. Ahıret uleması ona buğz eder,
3. Adaletten düşer, şahadeti makbul olmaz,
4. Namaz kıldığı mekân yevm-i Kıyamet'te aleyhine şehadet eder,
5. Bir kimse tadil-i erkânsız namaz kılarken öte yanında biri görüp söylemese günahkâr olur,
6. Ol namazı geri çevirmek (iade etmek) üzerine vacip olur,
7. İmansız gitmesine sebep olur,
8. Namazın hırsızı olur,
9. Allah Taâlâ'nın nazar-ı rahmetinden sakıt olur,
10. Kıldığı namaz eski bez gibi yevm-i cezada (ahirette) yüzüne vurulur,
11. Allah Taâlâ'ya münacatta sû-i edep etmiş olur,
12. Namazın fazla olan sevabından mahrum olur,
13. Sair ibadetlerin sevabı verilmemeğe sebep olur,
14. Nâra (ateşe) müstahak olur,
15. Cahiller(in) onu görüp tadil-i erkânı terk etmelerine sebep olur,
16. İmamına muhalefet etmiş olur,
17. İntikalâtta (geçişlerde) olan sünnetleri terk etmiş olur,
18. Allahu azimü'ş-şan'ın gadabına mazhar olur,
19. Şeytanı sevindirmiş olur,
20. Cennet'ten ırak olur,
21. Cehennem'e yakın olur,
22. Kendi nefsine zulm etmiş olur,
23. Tâhir (temiz) olan nefsini mülevves etmiş olur,
24. Sağında ve solunda olan melâikelere eziyet etmiş olur,
25. Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellemi mahzun etmiş olur,
26. Cemî-i mahlûkata (bütün yaratıklara) zararı dokunmuş olur, zira ol adamın günahı sebebine yağmurlar yağmaz ve yerlerde ekinler bitmez ve yağmur vaktiyle yağmaz olur.
(Kaynak: Mızraklı İlmihal)

İman

Ve dahi imanın bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1. Biz gaibe iman getirdik; bizim imanımız gaibedir, zahire değildir. Zira biz Allahu azimü'ş-şan'ı gözümüz ile görmedik, dahi peygamberleri görmedik lakin görmüş gibi inandık, iman getirdik, asla şüphemiz yoktur.
2. Yerde ve gökte, insanda ve cinde ve meleklerde ve peygamberlerde gaibi bilir yoktur; ancak gaibi Allahu azimü'ş-şan bilir. Her kes bu itikat üzerine olmak gerektir.
3. Haramı haram bilip itikat etmek,
4. Helali helal bilip itikat etmek,
5. Allahu azimü'ş-şan'ın azabından emin olmayıp daima korkmak,
6. Her ne kadar günahkâr ise Allahu azimü'ş-şan'ın rahmetinden ümidin(i) kesmemek.
Bu altı şeyden birisi bir adamda bulunmasa beşi bulunsa yahut birisi bulunsa beşi bulunmasa ol adamın islâmı sahih değildir.

Ve dahi imansız gitmenin sebepleri kırk kadar beyan olunmuştur:
1. Yaramaz itikat,
2. Zayıf iman,
3. Dokuz azasını doğru yoldan çıkarmak,
4. Günahına musir olmak,
5. Nimet-i islâmdan şükrünü kesmek,
6. İmansız gitmeden korkmamak,
7. Nahak (haksız) yere zulm etmek,
8. Sünnet üzere okunan ezan-ı muhammedîyi dinlememek,
9. Anaya ve babaya asî olmak,
10. Çok çok yemin etmek,
11. Namazda beş yerde ta'dil-i erkânı terk etmek,
12. Namazı kolay sanıp basit iş gibi tutmak,
13. Hamr (şarap) içmek,
14. Mümin karındaşına eziyet etmek,
15. Yalan yere evliyalık satmak,
16. Günahını unutmak,
17. Kendisini beğenmek,
18. İlim ve amelim çok demek,
19. Münafıklık etmek,
20. Haset etmek,
21. Hocasının dine muhalif olmayan yerde sözünü tutmamak,
22. Bir adamı tecrübe etmeden iyi demek,
23. Yalana düşkün olmak,
24. Bilginlerden kaçmak,
25. Erkekler harir (ipek) giymek,
26. Bıyıkların(ı) kitaba uydurmamak,(Ağzının içine girecek kadar uzun bırakmak)
27. Gıybete düşkün olmak,
28. Komşusuna eziyet etmek,
29. Dünya (işleri) için aşırı hırsla çalışmak,
30. Riba (faiz) yemek,
31. Sihirbazlık etmek,
32. Elbisesinin  boyundan fazla uçları   sarkık uzun olmak,
33. Allahu azimü'ş-şan'ın sevdiğini sevmemek, sevmediğini sevmek,
34. Sıla-i rahmi (memleketi, yakınları ziyareti) terk etmek,
35. Mümin karındaşına üç günden ziyade kin tutmak,
36. Zinaya düşkün olmak,
37. Livata etmek, (homeksül olmak)
38. Livata ettirmek,
39. Hatununu haramdan sakındırmamak,
40. Münkiri (kötü ve günah şeyi) men etmemek.
(Kaynak: Mızraklı İlmihal)