19 Nisan 2015 Pazar

Ulusal Egemenliğimiz Kimlerde?..




Ulusal egemenlik: 
Yüzyıllardır,Türk ulusu kendine özgü yaşamı ile ruhun da vardır.  Türk İnsanın yegane amacı: ferdinden devletine kadar top yekûn öz vatanın da bağımsızca mutlu, refah için de yaşamak en tabi unsurudur.
Ulusal egemenlik, her devletin halkına kazandırdığı vaz geçilmez anayasal demoratik temel hakkı değilmi?.
Neden, halkımız hak ettiği başka ülkeler yanında saygınlığına sahip olamıyor? Çünkü kendi toplumuna, yurduna, devletine ve nihayet insanlığa faydalı hizmetler yapmasına ülke ve milletin üzerinde erişilmez  hanedanlığına sahip  hakimiyeti ile hükmettiği (karanlık güçlerin) mevcut düzeni engel oldu! Ülkemiz kendi ayakları üzerinde durup başkalarına yük olmadan bütün dünyaya örnek olupta, gerekli yeniliklerin dahisi olarak, kendi ve diğer dünya insanların hayatını kolaylaştıran çeşitli hizmetler verememiştir.
Ecdadımız Osmanlı, ulusal egemenliği temsil ettiği dönemler 17, yüz yıla kadar yükselme dönemleridir. 17, yüz yıldan sonraki gerileme dönemine yavaş, yavaş devletin yönetim kadrosuna yerleşip, kendi hakmiyetlerinnin altına itilmeye mahkum edildik! Büyük, üstat baronların kurduğu kaptalist ve empeyalist düzenin birleşik çabaları sonucu, devletin en uçra köşelerine sinsice yerleşen hain güçlere bağlı satılmış işbirlikçileri tarafından sistematik olarak ulusal egemenliğimizin üstünde ki, egemen güçler) bizleri biz yapan asıl kimliğimize sahip olamadık! Milli şuurumuzu zehirleyip,Şanlı tarıhimizi yaratan ecdadımıza, yalan iftira, çirkin karalama propagandaları ile yeni nesillerimizi geçmişinden nefret ettirilerek Anadolu halkının asil genetiğini bozup, özümüzden uzaklaştırdılar!

"Ulusal egemenliğin yoksa, egemenliği elinde tutan kuvvetler (ulusal hain güçler) bunları size yaptırırlar mı? Bunlar, bizleri hiç müsaade edipte gerçekten bağımsız ederler mi?"

Asırlarca, medeniyetimizle çakışan haçlı batı ile yaptığımız kanlı savaşları meydanlarda kazandığımız, ulusal egemenliğimize dayatmaca yasakları ile batı yasalarını “Müslüman halkımızın medeni kültürüne ters düşen” dinsel örf, adetlerini ideal, modern medeniyet diye halkımıza getirdiler!
 Asıl egemenliğimiz o’ günden bu yana temelinden peyderpey değiştirilip kaybolması için, asimilasyon edilerek kanunlarla yabancı ülkelerin kültürel işgallerinden başlayarak esaretleri altına alındık?
25, Kasım 1925: Kıyafet devrimi. “Şapka yasası” kanunlaştı.
 Eskiden giyilen başlık türlerini bırakın giymeyi hakkında yazı yazmak bile yasaklandı.
30, Kasım 1925: Tekke, Zaviye ve türbeler kapatıldı.
26, Aralık 1925: Takvim ve Saat devrimi yapıldı. Hicri ve Rumi takvim kullanmak her şekliyle yasaklanıp, yerine 3. Papa Gregorius adına nispetle “Gregoryan takvimi” adı verilen ülkemiz Miladi (Hıristiyan) takvimine geçildi.
17, Şubat 1926; İsviçre Medenî Kanunu Türkçe’ye tercüme edilerek “Türk Medenî Kanunu” adı verildi.
1, Mart 1926: İtalyan Ceza Kanunu tercüme edilerek “Türk Ceza Kanunu” adı verildi. Yine aynı tarihte bütün orta dereceli okullardan din dersleri kaldırıldı.
28, Mayıs 1927: Binalar üzerindeki tarihî kitabe ve tuğraların kazınması hakkında kanun çıkarıldı. Dünyada görülmemiş bir tarihi eser katliamı başlatıldı. İstanbul Üniversitesi merkez binasının kazınmış olan tuğrası buna mühim bir örnektir.
10, Nisan 1928; Lâiklik kabul edildi. Anayasadan “Devletin dini, din-i İslâm’dır” ibaresi kaldırıldı. Milletvekili yeminlerinde “vallahi” yerine, “Namusum üzerine” lafı getirildi.
3,Mayıs 1928: Rakam devrimi yapıldı.

3, Ekim1928: Harf devrimi yapıldı. Dünyada ilk defa, bir milletin bin yıldır kullandığı yazı alfabesi değiştirilerek, okuma yazma oranı bir gecede “sıfıra” indirildi. İslâm harfleri atılıp Lâtin harfleri alındı.

Diğer dünya devletlerine bakalım:

“- Çin, Japonya, Hindistan, Kore, Arap dünyası, Gürcistan, Ermenistan, İsrail, Habeşistan... Daha nice ülke ve halk yazılarını kendi alfabeleriyle veya yazı sistemleriyle bin yüz yılları geçkindir okuyup yazıyor. Bu ülkeler, gelişin dünyadan uzaklaşıp yobazlaşarak şimdi geri mi kaldılar?”

Milli Şef” İnönü’nün Harf inkılabı için itirafı:

"- Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.(…) Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. (…) Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı."
Kaynak: İnönü, Hatıralar C.II s 223

1Ocak 1929: Arapça, (Osmanlıca) harflerle dilekçe ve kitap vb. yazılması yasaklandı.

1 Nisan 1931: Ölçü ve tartı devrimi yapıldı. Bin yıl boyunca kullanılan ölçüler atılıp, yerine Avrupa’da kullanılan ölçü ve tartı birimleri getirildi.

Bu devrimler, iktidarı ele geçiren dokunulmaz zümrenin, toplum da devlet eliyle yasalar çıkarıp yeniden şekillendirme projesinin bir ürünüydü; fakat İktidar, halkın geçmişiyle olan tüm milli ve manevi bağlarını koparıp yepyeni bir sayfa açmak istiyordu. Ancak bu sayede kendileri halk nezdinde meşrutiyet kazanacağını düşünüyordu. Avrupa karşısında “ teknolojide yenilmişlik psikolojisi”, devrimleri uygulayan kadronun bilinçaltına motive eden en etkin unsurdu. Bu unsur,  halk tarafından söz konusu kadronun kendine ait tüm icraatlarından nefret etmesine yol açtı. Buna batıya ait medeni değerlerine hayranlığı da eklemek gerek. İşte devrimler, bu psikolojik savaşlar arak kamara, kulislerde düzenlendi. Devrimleri yapan kadro, kendine ait ideolojik değerleri her gördüğünde siyasi yenilgisini” hatırlıyordu. Bu onda milletin öz değerlerine saygısız olan kini bir kat daha arttırıyordu. En sonunda bu süreçte “ halk kendilerine nefret” noktasına varıp dayandı. Zaten devrimlere yönelik çeşitli illerde halkın yapmış olduğu ayaklanarak gösterdiği tepkiler karşısında inkılapçı kadronun uyguladığı şiddet ve kanlı uygulamalar, ancak böylesi bir psikolojik savaş açtığı gerçeği tarihe yansıtılmayan bilinmedik daha nice gizli olaylar vardır.
Milletimizi ilmi teknoloji ile bezenip, öz kaynaklarından faydalanarak üretkenliğini  artırmak için geliştirilmedi; Çünkü hep başkaları için çalıştırılma gayreti ile toplumuz yabancı sermayelerin tekeline geçerek, kendi malını üretemez( dışa bağımlı) konuma getirildi!

 Miletimize yaraşır biçim de İnsan yetiştirilmeyen önceki  tarihi dönemlerden bu günlere kadar, ulusal egemenliğimiz halkın eğitim, savunma, sanayi, ticari, ekonomi, adli, güvenlik  kamu kurumlarına yerleşen dış şer mihrakların içimizde ki, maşa idarecileri tarafından yavaş, yavaş sindirilip uyutulduk. Uyanık olup karşı çıkanları da tesirsiz hale getirdiler! Vatanı gizlice içten işgal eden güçler, Ogün’den bugüne kadar halen gerçek milli egemenliğimizi kaybettiğimiz geri kalmışlğın kör bir dönemin döngüsü içerisindeyiz. Çünkü yarınlara güvenle sahip olabilecek deva sal genç nesil İnsan kaynağımızı, mukaddes vatan ve milletin huzur ve refaha ermesi için (bilinçli geliştirilip) yetiştirmediler!
Milletimizin halkını temsil eden mecliste  “Kayıtsız şartsız hakimiyet (egemenlik) milletindi” hani?...

Ulusal Egemenlik  “Çocuk Bayramınız “ Kutlu Olsun

Asırlara dayanır kutlu davamız,
Tapınaklarda yarın kurdurdular,
Cumhuriyet sizin diye avuttular,
Demokrasi diye hayâsızca yatırdılar,
Laik diye “Dinsiz” uyuttular,
Besmelesiz inkılaplarla kaldırdılar,
Ulusal marşlarla rap,rap yürüttüler,
Meşhur atamın anısına durdurdular,
Kendilerine yaptıkları Puta taptırdılar,
Kutlu medeniyeti haktan saptırdılar,
Ekselanslardan akılla rota aldılar
Hesabını piyonlara sordurdular,
Ne mutlu Türk’üm diye ayırdılar,
İstiklal uğruna niye öldüler?
Peydahladıkları piçlerine vurdurdular,
Yer de yatan Azizleri sızlattılar,
Vatanın gelmiş geçmişini ağlattılar,
Kara paraya namusunu sattılar,
Yasal tefeciyi aş’a suya kattılar,
Köleliğe ne güzel kılıf buldular,
“Türk öğün Çalış Güven” diye dinlettiler,
Elbet yerde kalmaz közleşen ahımız,
Haydi, çocuklar bayramınız kutlu olsun…

Konumun sonuç itibari ile yazımın başından beri, aklıselim olan her vatandaşıma soruyorum:
“Ulusal Egemenliğimiz kimler de?..
- Milli Meclis, ulusal egemenliği sağlayacak kararları almak ve hükümete uygulatmak şöyle dursun zaman, zaman kendi varlığını bile sürdürmekten ziyade darbelerle sekteye uğratıldı. Çünkü demokratik olarak Millet kendi egemenliğini bir nebze olsun temsil edebilecek yola zemin hazırlandığı vakit, oluşan yönetimleri fes ederek, halkın iradesini iç ve dışarıdan karanlık gizli güçler tarafından devletin üst düzeyindekilere balans ayarı ile uzantılı kollarını kullanarak, egemenliklerinin elden gitme korkusu ile” Milli egemenliğimiz” müdahaleye uğradı.
Bu söylediklerimizin hepsinin oluştuğu toplumlarda, kaybedilen bağımsızlığın ulusal egemenlik olduğu da tam olarak ifade edilemez; birçok nedenler sayılmaya ve ortaya dökülecek olursa, burada sayfalar dizi alır.
Yerleşik düzenin her zaman uyguladığı asıl amaç, millete güncel tezler içinde yapay gündem oluşturup oyalamaktır. Bunlar ulusal egemenliği eline geçiren güçlerin bilinçle yaptığı 17, asırdan beri büyük ustalıkla yukarıdan aldığı emirle askeri, siyaset, medya, sivil toplum kuruluşları, vb. “figüranlar” tarafından zamanına göre sergiledikleri çeşitli oyunlardır!

“- Eğer gerçekten Ulusal egemenlik sistemi varsa ve ulus buna sahip çıkıyorsa, sistemin dışa yansıması olan bağımsızlığı devlet koruyorsa; ancak bu durumda bireyden devlete kadar her kesim işte, özgürce, insanca, demokratik yaşayabilir; Ulus’un şeref namusunu, yaşamındaki, refahını koruyup Her alanda güçlü millet, güçlü devletin gelişmesi ile hâkimiyetini sürdürebilir! Yabancı, istilacıların elinden hak eden egemenliğimizi sömürülmekten “O” zaman ancak kurtulabiliriz!..”
 Bunlar nedir? Yurttaş, ulus ve sosyal devlet yaşamının vazgeçilmezleridir. Bunlar yoksa gerçek bağımsızlık unsuru yurttaşlık da, ulus da, devlet de, millette, kâğıt üzerindedir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin asıl kuruluş felsefesindeki temel ilke; “ dünyadaki, devletlerin arasın da Anadolu insanı haysiyetli ve şerefli milletimiz süper güç olarak dünyada gururla ilelebet yaşamak içindi!… Aziz milletimizin,  bütün dünya üzerindeki Ülke ve milletlerinden asil medeniyeti daha kıymetli gurur ve kabiliyet karakteri ölçülemeyecek kadar çok yüksek ve büyük millettir!

"- Milli egmenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahatla yanıp yok olur.
Milletin esareti üzerine kurulmuş düzenler, her yer de birgün yıkılmaya mahkumdur"! (1929 Atatürk'ün B.N., S.82-83)

***
19.04.2015
Düzenlemeyi hazırlayan: Aydın Suyak