13 Aralık 2014 Cumartesi

Murakabe ile Hakk'a yakın olmak Nedir?

“Denetleme, gözetleme, kontrol etme” gibi mânâlara gelen Murakabe, Tarikat-ı aliye’nin esaslarından mühim bir husustur Murakabe; kulun devamlı surette, bütün hallerini Allah-u Teâlâ’nın bildiğinin şuuruna sahip olması, bütün hareketlerinden haberdar olduğunu bilmesi, her zaman kendini kontrol altında bulundurması demektir
“Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” (Nisâ: 1) İnsan tekâmül edemediği için Allah-u Teâlâ’nın kendisini görüp gözettiğini bilememektedir Bütün hareketleriniz Allah-u Teâlâ’nın kontrolü altındadır Yaptıklarınızdan, sözlerinizden ve niyetlerinizden hiçbiri O’ndan gizli kalmaz Çünkü; “Allah her şeyi görüp gözetendir”(Ahzab: 52)
Yani her şeyi murakabe etmektedir Diğer bir Ayet-i kerimesinde ise şöyle buyuruyor: “Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde bir koruyucu, bir gözetleyici bulunmasın” (Târık: 4)
Murakabelerden geçtikçe iman tekâmül eder
“Rabbini kendi içinden yalvararak, gizlice, sözle bağırıp çağırmadan sabah ve akşam zikret Sakın gafillerden olma!” (A’raf: 205) Ayet-i kerimesine göre devamlı murakabe ve tam bir ihlâs ile Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmayı arzulayan bahtiyar bir kul için; yükselme ve feyz kapılarının açılarak başarı sebeplerinin hazır bulunduğu açık bir gerçektir
Murakabe iki şekilde olur:
1- Zâhiri hayatını murakabe
Dünya kazançlarının muhasebesini yapar gibi, nefisle inceden inceye hesap görmektir
Resulullah (sav) Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki: “Hesaba çekilmezden evvel nefislerinizi hesaba çekiniz” (Tirmizi) Sâlik kendisini daima kontrol eder, kârını-zararını ortaya koyar O gün vakitlerini güzel değerlendirdi ise şükreder, Allah-u Teâlâ’dan devamını diler Beğenilmeyen işler işledi ise tevbe ve istiğfar eder, bir daha yapmamanın azmi içinde olur
2- Mânevi terâkki ve tecellilerini murakabe
Sâlik bütün kayıt ve şartlardan sıyrılıp çıkar, Hakk’ta fânî olarak daima Hakk’ı tefekkür eder, huzur-u ilâhî’de Hakk ile olur Resulullah (sav)Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki: “Kalplerinizi murakabeye alıştırınız” (Münâvî)
Murakabe ikiye ayrılır:
a- Murakabe-i Avam: Allah-u Teâlâ’nın her yerde hazır ve nâzır olduğunu, kendisinin her hâlini gördüğünü ve bildiğini düşünmektir Bu “Ayn-el yakîn” mertebesidir
b- Murakabe-i Havas: Muhabbet cezbesi ile Allah-u Teâlâ’nın Ehadiyet sırlarını devam üzere görür gibi bütün eşyada düşünmektir Bu ise “Hakk-al yakîn” mertebesidir Ayet-i kerime’de: “O her şeyi çepeçevre kuşatandır” buyuruluyor (Fussilet: 54)
Murakabelar
Beş çeşit murakabe vardır ve bu murakabelar sıra ile yapılır Her birinin tecelliyâtı ayrı ayrıdır
1- Murakabe-i Ehadiyet:
Bu ilk murakabede İhlâs sûre-i şerif’inin tecelliyâtı husule gelir Allah-u Teâlâ buyurur ki:
“De ki: O Allah bir tekdir Allah Samed’dir, her şey O’na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir Doğurmamış, doğrulmamıştır Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir” (İhlâs: 1-3) Gönül yolculuğunun ilk safhası başlar Allah-u Teâlâ’ya inanmış ve muhabbetini kazanmış olarak, İhlâs-ı şerif kapısından içeriye alınır, perde kapanır, orası bir gönül bahçesidir Orada dikilen ve feyz-i ilâhî ile, nur damlaları ile sulanan marifet çiçeklerinin kokusunu almaya, birçok gizli tecellileri gönülde seyretmeye başlar ve tefekküre dalar Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde: “Tefekkür gibi bir ibadet olamaz” buyururlar(Münâvî)
2- Murakabe-i Maiyyet:
Sâlik dış âlemden elini, dilini ve gönlünü çeker, kendi iç âlemine döner Bu dönüşte daima Hakk ile başbaşa kalmak, ibadetini, huzur ve huşûsunu artırmak ister
Maiyyet üç merhaledir:
a Fenâfîşşeyh’de maiyyet
b Fenâfirrasul’de maiyyet
c Fenâfillâh’da maiyyet
Nasıl ki Emmâre, Levvâme ve Mülhime’ye kadar zâhidlerin sahası geniş ise, maiyyet murakabesinin de sahası geniştir Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime’lerinde şöyle buyurur: “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir” (Hadid: 4) Resulullah (sav) Efendimiz ise bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar: “İmanın efdali her nerede olursa olsun, Allah’ın seninle hâzır ve her hâline nâzır bulunduğunu bilmendir” (Taberânî)
Bu hâle gelen bir kimseye Allah-u Teâlâ’nın her yerde mevcut olduğu hakikatı zuhur eder, müşahede mertebesine yükselir Rububiyet nurları, Ehadiyet sırları tecelli eder
“Allah’ın daima kendisini görmekte olduğunu bilmiyor mu o?” (Alâk: 14)
Resulullah (sav)Efendimiz de bu hususta şöyle buyururlar: “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir Zira sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyor” (Müslim: 1)
3- Murakabe-i Akrabiyyet:
Akrabiyyet ve Muhabbet murakabeleri Fenâfillâh’a giden yoldur, Allah-u Teâlâ’ya yavaş yavaş yaklaşma hissi doğar “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kaf: 16)
Ayet-i kerime’sinin hakiki mânâsı bu murakabede tecelli etmeye başlar Allah-u Teâlâ’nın kendisine kendisinden yakın olduğunu gözü ile görmeye başlar
Birisi: “Allah var ve beni görüyor” diyor, diğeri ise: “Allah bana benden yakın” diyor Bu iki nokta hiç bir olur mu?
4- Murakabe-i Muhabbet:
Bu muhabbet murakabesinde; “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler” (Maide: 54)
Ayet-i kerime’sinin tecelliyatı husule gelir Bu murakabede olanlar Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlıdırlar O artık gerçekten Allah-u Teâlâ’yı seviyor
Emanet-i ilâhî’yi O’nun uğruna hiçe saydıkça, Allah-u Teâlâ’nın ikram ve ihsanı da o nisbette artar Artık dünyevî zevk ve sefâlardan elini ve dilini çekmiştirÇünkü onun dostu O’dur
Artık o Hakk’ı sever, Hakk da onu sever Buraya kadar aynel-yakîn devam ediyordu Şimdi artık Hakk’al-yakîn başlıyor
5- Murakabe-i Vâhidiyet:
Vâhidiyet murakabesinde sâlik, nihayet kendisine kendisinden yakın olana kadar çıkar Bakar ki, meğer O imiş Burası nefsin “Sâfiye” makamıdır Bu murakabede; “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır” (Bakara: 163) Ayet-i kerime’sinin tecelliyatı husule gelir Bu murakabede Hakk tecelli eder “Allah buyurdu ki: İki ilâh edinmeyin O ancak bir tek ilâhtır Yalnız benden korkun” (Nahl: 51) O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah’tır, her cihetten tektir
Bir Hadis-i kudsî’de: “Yere göğe sığmadım, mümin kulun kalbine sığdım” buyuruluyor (K Hafâ)
Hakk’a vâsıl olmakla mukarrebûn sınıfına geçer ve Kudsî ruh’la desteklenir
Ayet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor: “Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar, orada da öncüdürler Onlar Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlardır ve naîm cennetindedirler”

Hak Teâla buyuruyor ki:

“Allah her şeyi murakabe etmektedir.”(Ahzâb Suresi-ayet 52)

Rasûlullah(s.a.v) Efendimiz de şöyle buyuruyor:

***”İhsan,Allah’a sanki görüyormuşsun gibi ibadet etmendir.Her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da,O seni görüyor.”(Müslim-Ebu Davud)

Peygamber Efendimizin “Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.”buyurmasında murakabe haline işaret vardır.Çünkü murakabe,kulun Hak Teâla’nın her halükarda kendisini denetlemekte olduğunu bilmesidir.Bu bilginin sürekli olması,kul tarafından Rabbine yönelen bir murakabedir.Her türlü hayrın aslı budur.Muhasebe makamını tamamlamadan bu mertebeye ulaşma imkanı hemen hemen yok gibidir.Kul,geçmişte işlediğinden ötürü nefsini hesaba çeker,derhal durumunu düzeltir,kararlı olarak hak yolda yürür.Kendisi ile Allah(c.c)arasındaki haller itibarıyla kalbini dikkatle ve güzelce denetler,her nefes alıp verişte Allah’ın rızasını düşünürse,bütün hallerinde  Allahu Teâla’yı murakabe etmiş olur.Netice olarak kul,Allah’ın kendisi üzerinde murakıp olduğunu,kalbine yakın bulunduğunu,hallerini bildiğini,fiillerini gördüğünü ve dediklerini işittiğini bilir.Bunların hepsinden gafil olan,daha başlangıçta vuslat imkanından uzak kalmış olur.Allah’a yakınlık makamındaki hakikatlerden,çok daha fazla uzak kalmış olur.

Bir kimse kalbine gelen havâtır hususunda Allah ile murakabe halinde bulunursa,Hak Teâla onun organlarını hata ve günah işlemekten korur.

Zünnûn-ı Mısrî der ki:

-“Murakabenin alameti Allahu Teâla’nın tercih ettiğini tercih etmek,Allahu Teâla’nın büyük gördüğünü büyük görmek,Allahu Teâla’nın küçük gördüğünü de küçük görmektir.”

Ümit mümini ibadete sevkeder,korku da günahtan uzaklaştırır.Murakabe ise onu hakikat mertebesine ulaştırır..
***
Kaynak: Miftâhu’r-Rüşd



-----------------------------------
MURAKABE:

(Mevlana Halid Bağdadi)
Allah Teâlâ bizleri kendi edebiyle ahlaklanan ve doğru yolu üzerinde sabit olanlardan kılsın. Bu 33. mektup müceddidiye meşrebine göre murakabe ve murakabeden doğan kudsî hakikatleri beyan eder.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Hamd Allah Teâlâ’ya mahsustur. Salât ü selam Allah Teâlâ’nın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem üzerine olsun.

Bilmiş ol ki maiyyet murakabesinden sonra, akrabiyyet murakabesi gelir.

Cenab-ı Hak Sübhanehü:

(Biz ona şah damarından daha yakınız) [12]âyet-i celilesiyle bu murakabeye işaret eder.

Akrabiyet murakabesi velâyet-i kübra dairelerinin birinci dairesidir. Velâyet-i kübranın üç tam bir de yarım dairesi vardır. Bu yarım daireye GAVS denir, ikinci, üçüncü ve GAVS dairelerinde muhabbet murakabesine geçilir. Bu murakabeyi tasdik eden âyet-i celile “Allah onları sever, onlar Allah’ı sever.”[13] âyet-i kerimesidir.

Velâyet-i kübrada doğru bir idrake sahip olanlar için ilk gördüğü halden başka haller görünür. Bu velâyet Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin velâyetidir, Daha sonra toprak unsurunun dışındaki üç unsurdan BATİN isminin musemmasının rabıtası yapılır. Buna ‘velâyet-i ulya’ denilir.

Sonra toprak unsurundan, nübüvvet kemallerinin murakebesi vardır.

Sonra risalet kemalinin murakebesi vardır.

Sonra da Ulul-Azm’in kemalinin murakabesi vardır,

Ondan sonra da heyet-i vahdaniye’nin murakabesi gelir. Heyeti vahdaniye letâif-i aşere birleşmesinden meydana gelir. Beşi âlem-i emirden kalb, Ruh, Sır, Hafa, ahfâ’dır. Beş tanesi de halk âlemindendir. Nefs ve ana-r-ı erbaa denilen Toprak, Hava, Su ve ateştir. Hepsi kemale erince bir latife i olur. O vakit kalb Allah (c.c)’in feyizlerinin indiği yer olur.

Sonra Hz. İbrahim aleyhisselâmın dostluk makamının murakabesi gelir.

İbrahim aleyhisselâmın dostluk makamı ve hakikatinin kaynağı Allah Teâlâ zat-ı Akdesini bizzat murakabesidir.

Sonra muhabbet-i zatiyenin dairesi gelir. Bu daireye, muhabbeti zatiye ve hakikat-ı Museviyye’ye kaynak olması itibarıyla ‘Makam-ı Musevi’ ve ‘Murakabe-i Zat’da denir.

Sonra hakikati Muhâmmediyye’ye kaynak olması itabarıyla murakabe-i zat ve muhbubiyyeti zatiyye ile iç içe bulunan muhibbiyeti zatiyenin dairesi gelir. Sonra hakikat-ı Ahmediyye’ye menşe olma kaynak olması itibarıyla zat murakabesi ve halis hubb-i zat dairesi gelir. I

Sonra la tayn (tayinsiz), mutlak Hazret-i Zat mertebesi vardır.

Sonra güzel Kâbe’nin hakikati gelir. Bu hakikat Allah Teâlâ’nın azamet ve kibriyasının zuhurundan ibarettir. Burada bütün mümkinatın, Allah Teâlâ’ya secde ettiği itibarıyla zat’ın murakabesi vardır.

Bunların akabinde Hakikat-ı Kur’aniyye mevcuddur. Bu, zat-ı Aliyye’nin benzeri olmamak ve hakikat-ı Kur’aniyyeye menşe’e olduğu mulahazasıyla vüs’at’in mebdei (genişliğin başlangıcı)nden ibarettir.

Bunu takiben oruç ve namazın hakikati gelir. Bunlar oruç ve namaz hakikatine kaynak olduğu itibarıyla zat-ı Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin misli olmamasının kemal-i vusa’tından (mutlak büyüklük)  ibarettir.

İki yerde vus’at kelimesini kullanmamız, bu manaları izah etmekde, ifade sahalarının dar olmasından ileri gelmektedir. Bu hakikatlerin yaşanması esnasında Kur’an-ı Mecid’in okunması ilerlemeye ve yükselmeye vesile olacağından faidelidir.

Sonra sırf ma’budiyyet bakımından halis mabudiyyet ve seyr-i nazarinin hâsıl olma dairesi gelir. (Nazar ve görüş seyr-i sülük manasında kullanılmıştır). Bu seyr, kademi değildir. Çünkü kademi seyr abdiyyet makamlarındandır.

Bütün bunlar tarikat-ı aliyye-i Nakşibendiyye’deki murakabe ve makamların isimleridir. Bu hususta Müceddidiye Mektubatında (İmam-i Rabbani’nin mektubatı) geniş açıklamalar mevcuttur.

Bu gibi makamlarda murakabe ile meşgul olanlar anlatılanlardan payını alacaktır. Mürşid olan şeyhin teveccühü ile de ilerleme ve yükselmeler hâsıl olacaktır. Muvaffak kılan Allah Teâlâ’ dır.[14]

AÇIKLAMA
Murakebe birkaç mertebedir. Birinci derece, kâinatı seyredip devamlı Hak Teâlâ’ya seyr-ü suluk edenlerin mertebesidir. İkinci mertebe Allah Teâlâ’ya itiraz ve ona ters düşmekten sakınmak, Allah Teâlâ’nın devamlı seni gözettiğini düşünmek suretiyle yapılan murakabedir. Bunun derecesi birinciden daha yüksektir.

BİRİNCİ MERTEBE kalbin Allah Teâlâ ile hazır olmasıdır.

İKİNCİ MERTEBE Allah Teâlâ’nın devamlı sana baktığını düşünmendir. Bu durumda sen kendi fiilinle onun fiiline kendi iradenle onun iradesine ters düşmezsin. Sonra da senin fiilin O’nun fiilinde ve senin iraden O’nun iradesinde fani olacaktır. Bu fenaya hazırlık manasında olan şuhudî mu-rakabe; ancak Bari Teâlâ’nın tecellisinin nuru ile olur.

ÜÇÜNCÜ MERTEBE ise Tevhid ilmine yönelmek için ileriye bakan gözünün mütalasıyla fezeli murakabe etmektir. Ezel manasını hazır bulundurmak; Hakk Teâlâ’nın herşeyden önce olduğunu mütalaa etmektir. Ezelin ezeliyetini kıdem-i zati ile müşahade ederek bu şuhudla birlikte tevhid-i zati ilmine yönelip Allah Teâlâ’nın herşeyden önce olduğunu bilmektir. Öyle ki gerek zamanın içinde, gerek evvelinde, gerekse sonrasında; her şeyin Zat-ı Bari Teâlâ’dan sonra olduğunu bilir.

Ezeli olan her mananın ebedi vakitlerden bir vakit zahir olacağını görecektir. Ezelin uhudunu ebed ile birleştirecektir. Kendi şahsını da Allah Teâlâ’nın ezelde tecilli ettiği manalardan bir mana olarak görecektir. O’nu görmekle de nefsini yok edecektir. Çünkü şuhud; Hakk’ın Hakk için Hakk ile görülmesidir. Bu durumda kul murakabe bağından kurtulur. Zira murakabe demek; kendini Allah-u Teâlâya bağlamak demektir. Bu durumda zaten kendi sureti fena bulup bütünüyle Hakk’a bağlanır.

Bunu bilince ortaya çıktı ki; murakebe; ihsanın gereğidir. İhsan makamının kemalatı Nakşî Tarikatı’yla elde edilir. Cibril aleyhisselâm hadis-i şerifinde bu murakebeye işaret edilmiştir, Şöyle ki;

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Cibril-i Emin’in ihsanın ne olduğunu sorduğu zaman O: Allah Teâlâya Onu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Onu görmüyorsanda, Onun seni gördüğünü düşünmendir.[17] diye murakabeyi tarif ederek cevap vermiştir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu hadis-i şeriflerinde; Allah Teâlâ’nın murakebesinin ve yüceliğin tasavvurunun iki kısımdan olduğuna işaret etmiştir.

Birinci Kısım: Hakk’ın müşahadesinin galip gelmesidir.

İkinci Kısım: Hakk’ın kendisini daima kontrol ettiğini müşahade etmektir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, her iki halde de kulun yaptığından haberdardır.

Allah Teâlâ her nefsin yaptığını ve bütün mahlûkatın hareket ve sükûnetlerini görendir. Kul birinci halde ibadetlerinde kusur yapmaya yaklaşmadığı gibi ikinci halde de, kusur yapmaya yaklaşmaz. Allah Teâlâ’nın ona vakıf olmasını, kendini gördüğünü, kemal-i azametini ve açık Celalini bilmesi, her iki durumda da aynıdır.

Murakebe her hayrın aslı ve Hakk’tan kopan için Allah Teâlâ’ya bağlanma vesilesidir.

Nakşibendî Sadatı’na göre murakabe bir kaç mertebe ve bir kaç derece üzerindedir.

Birinci derece: Allah Teâlâ’nın marifetinde seyrü sülük sırasında devamlı Hakk Teâlâ’yı gözetmektir. Bu şekildeki murakebeye “Ehadiyet Murakebe’si” denir. Âlem-i emirdeki beş latifenin makamlarını geçip, kalbin teveccühü yükseldikten sonra bu murakebe ile meşgul olurlar. Âlem-i halktan olan beş latife artık nefs-i natıkanın seyrine girmişlerdir. Bu şuhudda âlem-i halktan olan latifeler nefs-i natıkanın ta kendisidir.

İkinci derece “akrabiyet murakabesidir.” Allah Teâlâ’nın nefsinden daha fazla sana yakın olduğunu bilmen ve düşünmendir. Bu murakebenin delili, “Biz insana şah damarından daha yakınız.”[18] âyet-i celilesidir. Cenab-ı Hakk’ın bütün haretek ve sekenatında takdiriyle sana baktığını düşünmekle birlikte nefsinden daha fazla sana yakın olduğunu biimendir. Bunun delili:

“Gözler O’nu idrak etmezler. O gözleri idrak eder.”[19] âyet-i celilesidir.

MURAKEBENİN DÖRDÜNCÜ MERTEBESİ “ilmiye murakebesi” dır. Bu murakebede Allah Teâlâ’nın her an kalbe geleni bildiğini düşünmen ve bu şekilde kalbini bütün kötü ve çirkin hatıralardan muhafaza etmendir. Bunun delili “Allah kaiblerin içindekini hakkıyla bilir.”[20] âyeti celilesidir. Daha sonra

BEŞİNCİ MERTEBESİ olarak “failiyet murakabesi” gelir. Zatının ve fiillerinin Allah Teâlâ’nın fiillerinden olduğunu murakebe etmendir. Bunu düşünmekle, zorlukta ve bollukta Allah Teâlâ’nın bütün fiillerine rıza göstermen mümkün olur. Bunun delili; “Muhakkak senin Rabbin dilediğini yapandır.” [21] âyet-i celilesidir.

Sonra ALTINCI MERTEBE gelir. Bu mertebede ‘mülkiyet murakabesi’ yapılır. Zatının ve sahip olduğun herşeyin Allah Teâlâ’nın mülklerinden bir mülk olduğunu düşünerek mülkünde ona karşı gelmeyeceksin. Bütün işlerini kendisine bırakacaksın. Her halinde ona tevekkül edeceksin. Bu murakabeye delil:

“Hak onun dediğidir. Mülk de onundur.” [22] âyeti celilesidir.

YEDİNCİ MURAKEBE MERTEBESİ “Hayatiyyet murakebesidir.” Ebedi hayat âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ tarafından ihata edilmiştir. Böylece kendi sıfatını O’nun sıfatında zatını O’nun zatında fena etmiş olursun. Nefsinin varlığı yok olmuş olur. Bütün işlerini Hayy ve Kayyum olan Allah Teâlâ’ya bırakırsın. Bunun delili: ” Ebedi hayat sahibi O’dur, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.” [23] mealindeki âyettir.

SEKİZİNCİ MURAKEBE MERTEBESİ “Mahbubiyyet Murakabesi” dır. Nafile ibadetlerle çok fazla meşgul olmakla Allah Teâlâ’ya yaklaşarak, onun muhabbetinin sana hasıl olmasıdır. Bu durumda Allah Teâlâ’nın hadis-i kudside: “Kulum nafile ibadetlere devam ede ede bana yaklaşır ve ben de onu severim…” buyurduğu hakikat gerçekleşir. Kulun nafile ibadetlerle Allah Teâlâ’ya yaklaşması Allah Teâlâ’nın kulu sevmesine sebeb olmuştur. Mükâfat amelin cinsine göredir. Bu murakebenin delili;

“Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” [24] âyeti kerimesidir.

DOKUZUNCU MERTEBE ‘tevhid-i şuhudi’nin murakabesi” dır. Bu ne tarafa yönetirsen yönel basiret gözüyle Allah Teâlâ’yı önünde görmendir. Ebu Bekir Sıddık radiyallâhü anh “Ne gördüysem, Allah’ı o gördüğümün evvelinde gördüm” buyurmuştur. Bu hale delil de:

“Siz ne tarafa yönelirseniz, orası Allah Teâlâ’ya ibadet yönüdür.” [25]âyeti kerimesidir.

Salik mücahede ile bu murakabelerle meşgul olmaya devam ederse, müşahade mertebesine yükselir. O zaman bütün hallerinde seyr-i enfusi başlangıcı olan murakebe-i maiyyet ile meşgul olması vacip olur. Seyr-i enfusi arşın üstünde olup Allah Teâlâ’nın  ‘Zahir’ isminin başlangıcıdır. Burada telkin edilen maiyyet murakabesi Allah Teâlâ’nın zatına yönelmektir. Bu mertebede Allah Teâlâ’nın:

“Siz nerede olursanız olun Allah (ilmiyle kudretiyle) sizlerledir.” [26] âyetinin hakikatına vakıf olunur. Artık nimet ve ihsan sahibi Allah’dan feyiz bekleyecektir. Buradaki feyzin kaynağı, nefisten başka yalnız diğer dört latifenin zikirleridir.

Bu makamda önce fena fi’ş-Şeyh makamıyla müşerref olunur. Bu makamın birçok faydaları vardır. Ancak tadanlar bilir. Sonra hakikatta ve nefsü’l-emirde kevn âleminden Hakk Teâlâ’nın aynası fena fi’r-resul makamıyla müşerref olur. Sonra da fena fülah ve Beka billâh makamlarıyla şereflenir.

Varlık âlemindeki eşyaların nasıl Allah Teâlâ ile birlikte olduğu hakikati kendisine lütfedilir. Yalnız bu beraberlik mahlûkların birbirleriyle olan beraberliği gibi değildir. Başka şeylerin biribirine girmesine benzemez. Bu beraberlik velâyet-i suğra ile şereflenmiş hal sahibi ile Allah Teâlâ arasındaki Rabbani sırdır.

Güneşin gündüz zahir olmasından daha fazla bu hal salik için zahir olur. Dünya ve içindekiler, gökler, arş, cennet, cehennem, hâsılı bütün mevcudat, salikin basireti yanında güneşin ışığında görülen bir zerre hükmündedir. Bu makamda şu tehlikeden korkulur. Salik kendini terbiye eden mürşidini unutup kendini de kâmil görebilir. Zira nefsini bütün mülkün maliki ve bütün tasarrufların kendi emir ve iradesine göre olduğunu görür. Hâlbuki nefs bütün fiillerin kemalatıyla ve zahiri isimlerle müzeyyen olmuştur. Riyaset ile kaim ve enaniyet ile daimdir. Bu durumda yapılması gereken, kendisini tamamlayan mürşidi ile ruhani irtibatını kuvvetlendirmektir. Böyle yaparsa mürşid-i kâmil onu bu hallerden kurtarır.

O kimse hâlâ daha nefsin berzahına bağlı, dildeki zikr-i tehlilin kafesine mahbustur. Bu makam, zikrinde ve tehlilinde ‘la mevcude illallah’a’ doğru terakki etmeye kuvvetli bir sebebtir. O zaman kendisine tevhid-i şuhudi zahir olur. İnâyet-i ilahi cezbe ve sülük ile kendisine refakat eder. Nefs fena bulup enaniyeti yok olur. Daha sonra konumuzun başında zikrettiğimiz üç mertebenin üçünde de zahir olan murakabelere göre enaniyyet ve nefisten bir şey bırakmamak üzere kalbin Allah Teâlâ’nın zikriyle sükûn bulması hâsıl olursa, o mertebelerdeki zahiri isimlerin hakikati batını isimlerin başlangıcı olan noktaya yetişmekle enbiya-ı izamın velâyeti ki bu velâyet-i kübrâdır- kendisine hoş geldin der.

Allah Teâlâ’nın ihsan kaynağından kendisine refref-i vücud hediye edilir. Salikin varlığından yok olma ve onunla birleşme meydana geldikten sonra ortak nübüvvet kemalatının seyrine başlamaya hak kazanır. Bu makam salikin içine yansımak suretiyle kendisine devamlı tecelii-i zât hâsıl olur.

Bu makam, kemalat-ı nübüvvet île tabir edilir. Bu aziz makamda salikin terakkisi, farzları eda etmek, Allah Teâlâ’nın kadim kelamını okumak, bütün âleme rahmet olarak gönderilen Fahr-i Alem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme mutabaat ve sıfatların kaydından sıyrılıp Allah Teâlâ’nın zat murakebesiyle mümkün olur.

Bu makam avamda toprak unsuru ile olur. Bu makamdaki bütün varlıklar ve renkler gözlenir. Keyfiyyet ve misliyyet diye bir şey kalmadığından tam bir hayret ve şaşkınlığa düşer. Böylece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “Ey Rabbim benim sendeki hayretimi artır.” [27]mealindeki hadis-i şerifine mazhar olunur.

Burada nefsin hiç alakası kalmaz. Delil gerektiren konular kendisi için açık olur. Zanni olan şeyler yakîne dönüşür. Kurân-ı Kerim’deki mukatta harflerin sırlarının manası bu makamda insan için açılır. Bundan dolayı Mevlana Halid kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin işaret ettiği gibi mukaddes hakikatların sırlarının manaları kendisine zahir olur.

Bu Allah Teâlâ’nın fazl u ihsanıdır. Allah dilediği kişiye verir. Allah Teâlâ büyük fazilet sahibidir.[28]

[1] “O Allah bir tektir.” (İhlâs, 1)

[2] (Ankebût,6)

[3] Hazinî, Cevahiru’l Ebrâr min Emvâc-ı Bihâr, Yesevî Menâkıpnâmesi, Cihan Okuyucu, Kayseri, 1995, s.56

[4] “Hakk’ın zatı,  bütün bağlılıklardan,  itibardan tecerrüdü,  kendisinin hiçbir şeye, hiçbir şeyin de kendisine münasebeti olmadığı mertebe hakkında hiçbir şey söylenemez. Hakk’ın halka, halkın da Hakk’a bağlı bulunduğu mertebede ise, Allah Teâlâ’nın zatına haller ve sıfatlar nisbet edilir. Çünkü halk, Hakk’ın görünme ve meydana çıkma yerleridir. Rıza, gazap,  icabet, sevinç vb. gibi şeyler ki, bunlara şuun denmiştir. Her müessirde birtakım sıfatlar vardır ki, bunlar, O’ndaki ülûhiyyet mertebesidir. Bu mertebenin kabz, bast, yaşatma, öldürme,  kahr vs. gibi şeylere mahsus halleri vardır. Bunlar mertebenin hükümleridir. Bu genel mukaddimeyi bil ki, Allah Teâlâ’nın izniyle yararlanasın.” (Sadrettin Konevi’nin Fatiha Tefsirinden) (İrfan sofraları,  19. sofra,  Niyazi Mısri,  Süleyman ATEŞ,  1971, s.53)

[5] (Kasas, 88)

[6] Burada geçen (kâdem-i şerif) ayaklardan maksat sünnet ve tarikattır. Bu latifelerden biriyle kendisinde bir terakki hâsıl olup adı geçen hal ve durumlardan biri zuhur ederse aynı latifeyi ayağı altında bulunduran nebînin meşrebi üzerinde sayılır.

[7] ( A’raf, 143)

[8] (Şura,11)

[9] (Kalem, 4)

[10] Gölge. Perde. Zıll; dünyada görünen varlıklardır. Bu varlıklar bir gölgedir. Zatın isimleri ve sıfatlarının gölgelerinin tecellilerini seyr ederek Allah Teâlâ’yı gördüğünü zan ederek bir yokluğa düşer.

[11] “Allah Teâlâ bizimledir” (Tevbe, 40)

[12] Kaf, 16

[13] Maide,54

14- (33. Mektup-
Mevlana Halid Bağdadi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder