27 Eylül 2014 Cumartesi

Cami Ve Cemaat Adabı





















RAHİM VE RAHMAN OLAN ALLAH'IN ADIYLA

“Şüphesiz mescitler, Allah’ındır, onun için Allah’ın yanında başka birine dua ve ibadet etmeyin.” (Cin, 18)

Ayette iki hususa dikkat çekilmektedir. Biri, “mescitlerin Allah’a ait olması” diğeri ise “Allah’tan başka hiç kimseye kulluk edilmemesidir.”

I. Mescitler Allah’a Aittir

-  “mescitler Allah’ındır” cümlesi secdeler sadece

Allah’a aittir, sadece O’na yapılır anlamına gelir. Allah’tan başka her hangi bir varlığa secde etmek şirk yani Allah’a ortak koşmaktır. İnsanın yaratılış gayesi olan “kulluk” görevinin zirvesi “namaz”, namazın zirvesi de “secde”dir.


“Küre-i arz bana bir mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden her kim bir namaz vaktine ulaştımı nerede olursa namazını kılsın.".” (Müslim, Mesacid, 1); “Yeryüzü benim için temiz ve mescit kılındı. Bu itibarla bir insan nerede namaz vakti olursa orada namazı kılar.” (Müslim, Mesacid, 3) buyurmuştur. Mescitlerin Allah’a ait olduğunun bildirilmesi sadece Allah’a ibadet edilmesi gerektiğini ve bu mekânların değerini ifade eder.

“Mescitler” kelimesini “secde uzuvları” anlamına aldığımız zaman “mescitler Allah’ındır” cümlesi; secde uzuvlarını Allah yaratmıştır, bu uzuvlar, Allah’ın rızasına uygun kullanılmalı, secde uzuvları ile sadece Allah’a secde edilmelidir anlamına gelir. Secde uzuvları “Yedi uzuv üzerine secde ile emrolundum.” (Müslim, Salât, 230) hadisinde açıklandığı üzere alın-burun, iki el, iki diz ve iki ayaktır. Secdede yere temas eden uzuvlar bunlardır. Allah’ın verdiği bu organlarla O’ndan başkasına secde edilmemesi emredilmiş olmaktadır. (bk. Yazır, IX, 5408)          

Ayet bize namaz ibadetini, özellikle namazın zirvesi olan secdeyi, secde yapılan mekânların ve Allah’a kulluğun önemini ve kulluğun Allah için yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

Mescitler/camiler; Müslümanın hayatında vazgeçilmez mekânlardır, okunan hutbe ve yapılan vaazlarıyla bir mekteptir, kılınan namazları ve yapılan dualarıyla bir mabettir. Müslüman, bayram ve cuma namazlarını zorunlu olarak, günlük namazlarını ise mümkün olduğu kadar camilerde kılar. Çünkü namazları camilerde cemaatle kılmak, imanın alâmeti, İslâm’ın şiarıdır.

“Kişinin cemaat ile kıldığı namazı evinde veya çarşıda kıldığı namazdan 25 derece daha faziletlidir. Bu fazilet şu şekilde gerçekleşir: Biriniz güzelce abdest alır, sırf namaz kılmak için camiye gelirse camiye varıncaya kadar attığı her adım için bir sevap verilir ve bir günahı silinir. Camiye girdiği zaman namaz için beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Melekler bu kimseye dua edeler. Kimseye eziyet etmediği ve abdestli olduğu sürece; ‘Allah’ım! Bu kulunu bağışla, ona merhamet et ve tövbesini kabul et’ derler.” (Ebû Dâvûd, Salât, 49, I, 378; Müslim, Mesâcid, 282, I, 462)

Cemaat olmak, insan kalabalığı değil bir bilinç ve irade eylemidir, Peygamberimizin belirlediği kurallara uymayı ve belirli bir disiplini gerektirir. Ülkemiz camilerinde saf düzeni, temizlik, ezanı dinleme, vaaz ve namazların kılınması ile ilgili bazı hatalar işlenmektedir. Bunlardan bazılarını şöyle dile getirebiliriz:

1. Saf düzeni: Peygamberimiz (s.a.s.), saf düzenini en önde erkekler, onun arkasına ergenlik çağına gelmeyen erkek çocukları, onların arkasına da kadınlar olacak şekilde düzenlemiştir. (Müslim, Salât, 132) İmama uyacak kişi sadece bir erkek ise imamın sağına durur. Soluna ve arkasına durmak sünnete aykırı olduğu için mekruhtur. İmama uyanlar birden çok iseler imamın arkasına dururlar. Ön saf dolunca ikinci saf oluşturulur. Ön safta yer varken ikinci safa durulmaz. Ön safta namaz kılmanın sevabını peygamberimiz şöyle açıklamıştır:

“İnsanlar ezan okumanın ve ilk safta yer almanın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kur’a çekmekten başka yol bulamazlardı.” (Müslim, Salât, 129; Buhârî, Ezan, 9, 32)

Caminin önlerinde yer varken arka taraflarda saf tutmak mekruhtur. Bir çok camilerde imamın arkasında bir iki saf tutuluyor, müezzin ve birkaç kişi de müezzin mahfilinde saf tutuyor. Bu, kesinlikle sünnete ve cami adabına aykırıdır. Saflar sağ omuz ve ayak hizasına göre ayarlanmalı ve düzgün tutulmalıdır. (Ebû Dâvûd, Salât, 94) Peygamberimiz (s.a.s.);

“Saflarınızı düzgün tutunuz, çünkü safların düzgün olması namazın kemalindendir.” (Ebû Dâvud, Salât, 94) sözleriyle saf düzeni konusunda cemaati uyarmıştır. Bu itibarla Müslüman, camiye sağ ayağı ile besmele ve dua ile girer, caminin arka taraflarına değil boşsa ön safa, ön saf dolu ise boş olan safa oturur, ön safa geçmek için insanların üzerinden atlamaz, camide özel bir yer edinmez. (İbn Mâce, Salât, 200)

( Son zamanlarda, bir çok mahalli cami ve mescitlerde bir çok ihtiyar cemati ön saflardaki yerleri guya kendilerine göre yer ayarlamışlar. Böyle bir yerleri parseller gibi kaplama sünnete aykırıdır! Herkes gelir, nerede boş yer var ise kimseyi rahatsız etmeden bulduğu boş yere oturur.)

2. Vaaz ve ezan: Camilerde vaaz, camilerin eğitim ve öğretim mekânı olmasını sağlayan çok önemli bir faaliyet ve peygamberimizin sünnetidir. Ezan ise imana, tevhide, namaza ve manevî kurtuluşa çağrıdır, sünnet-i hüda ve İslâm’ın şiarıdır. Dolayısıyla vaaza da ezana da saygı gösterilmesi ve her ikisini sükûnetle dinlemek erekir.

Ezana saygı; ezanın meşru oluşunu, içerdiği anlamı ve dindeki yeri ve önemini kabul etmek, okunan ezana katılmak ve çağrıya icabet etmekle gerçekleşir. Ezana katılmak yani müezzinin okuduğu ezan cümlelerini aynen tekrar etmek peygamberimizin emridir:

“Ezanı duyduğunuz zaman siz de müezzinin dediğini söyleyiniz.” (Müslim, Salât, 10) Hadiste geçen “söyleyin” emrini yerine getirmenin farz veya sünnet oluşu konusunda müçtehitler ihtilâf etmişlerdir. Hanefî bilginler ile bir grup Malikî bilgine göre emir, vücup içindir, yani farzdır. Şafiî ve Hanbelî fakihleri ile bir grup Malikî fakihe göre emir nedp içindir yani sünnettir. Emrin hükmü, ister farz olsun ister sünnet olsun, ezanı duyan her Müslüman namaz kılma gibi bir mazereti yoksa müezzine katılır ve ezanın bitiminde ezan duasını okur. Dolayısıyla ezan okunurken Kur’an okunmaz, vaaz edilmez, selâm verilip alınmaz, konuşulmaz, müzik çalınmaz. Özellikle camilerde vaizlerin; cemaatin ezana katılmalarına fırsat vermek ve kendileri de ezana katılarak örnek olmak için ezan başlamadan vaaza son vermeleri, ezan okunurken vaaz etmemeleri, imam-hatiplerin de aynı şekilde okudukları Kur’an’a ezan başlamadan önce son vermeleri gerekir. Bu, ezana saygının, peygamberin sünnetine uymanın gereğidir. Bu hassasiyeti göstermemek, ezana saygıyı ihlâl eder. Bütün Müslümanların özellikle cami görevlilerinin ezana saygı gösterilmesini sağlamak için gereken titizliği göstermeleri gerekir. Bunun için müezzinlerin ezanı çok güzel bir eda ile okumaları, ses cihazının ayarını çok iyi yapmaları; vaizlerin de vaazı ezan başlamadan sonlandırıp cemaatin ezana katılmalarına fırsat vermeleri gerekir. Ezan okunurken vaaz yapılması hiç uygun olmamaktadır.

3. Namazın kılınışı: Camilerde namazın kılınışı ile ilgili bazı hatalar yapılmaktadır. Bunlardan bir kısmı şunlardır:

a) Tadil-i erkân

Tadil-i erkân, namazın her bir rüknünü yerli yerinde ve peygamberimizin öğrettiği şekilde yapmaktır. Tadil-i erkân şu şekilde yerine getirilir:

- Ayakta dimdik durmak, sağa ve sola meyletmemek,

- Rükûda sırt ve baş düz bir satıh oluşturacak şekilde eğilip en az üç defa sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar beklemek ,

- Rükûdan doğrulup, secdeye varmadan önce sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar kıyam vaziyetinde kalmak (kavme),

- Secdede en az üç defa sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar kalmak,

- İki secde arasında sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar beklemek (celse).

Tadil-i erkân, Hanefî mezhebinden Ebu Yusuf’a ve diğer üç mezhebe göre farz; Ebu Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre ise vaciptir. Bazı cemaat, özellikle kavme ve celseyi yerine getirmeden namaz kılmakta, dolayısıyla tadil-i erkâna uymamaktadır. Mazeretsiz tadil-i erkâna uyulmaması halinde namazın iadesi gerekir. Peygamberimiz tadil-i erkâna uymadan namaz kılan bir sahabîye namazı yeniden kıldırmıştır. (Müslim, Salât, 45) Bu itibarla namazın rükünlerine ve özellikle tadil-i erkâna özen gösterilmesi, görevlilerin cemaati bu konuda uyarması gerekir.

b) Kıyamda iki ayak arasındaki mesafe

Bazı cemaat kıyamda iken iki ayak arasındaki mesafeyi çok geniş tutmaktadır. Hâlbuki kıyamda iken ayakların arasını Hanefilere göre “dört parmak”, Şafiîlere göre “bir karış” kadar açık bulundurmak sünnettir. Bu sünnete riayet edilmelidir.

c) Secdede ayakların konumu

Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da secdede ayak parmaklarının kıbleye çevrilmesidir. Bazı cemaat secde halinde iken, ayak parmaklarının üst kısmını yere koymaktadır. Hâlbuki peygamberimiz secdede iken ayak parmaklarının kıbleye çevrilmesini emretmiş

("... (Namazın sünneti) sağ ayağını dikmen, parmaklarını kıbleye yöneltmen ve sol (ayak ) üzerine de oturmandır." ) (Müslim, Salât, 229) ve “Yedi kemik (uzuv) üzerine secde etmekle emrolundum. (Bunlar); alın (eli ile burnuna işaret etti), eller, dizler ve ayak uçlarıdır.” buyurmuştur.

(Müslim, Salât, 230) Dolayısıyla secdede eller, dizler ve ayak parmakları kıbleye yönelmeli, özellikle iki ayağın parmakları kıbleye çevrik ve yerle temas hâlinde tutulmalı ve yerden kaldırılmamalıdır. Bu uygulama secdenin geçerli olmasının şartıdır. Ayağın üstünün secde için yere konulması yeterli olmaz, çünkü ayağın ve parmakların üst kısmı secde organı değildir. (Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, s. 226; İslâm Mecmuası Yayınları, İstanbul, 1986; İlmihal, I, 247, TDV Yayınları, Ankara, 2004)

d) Oturuşlarda ayakların konumu

Bazı cemaat oturuşlarda sağ ayağın parmaklarını kıbleye çevirip dikmemektedir. Hâlbuki erkeklerin sol ayaklarını yere yayıp üzerine oturmaları ve sağ ayak parmaklarını kıbleye gelecek şekilde dikmeleri sünnettir. Bu sünnete riayet edilmelidir.

e) Kıraat

Bazı cemaat, kıraati yanındaki duyacak kadar sesli okumaktadır. Hâlbuki tek başına namaz kılarken öğle ve ikindi namazları ile gündüz kılınan nafile namazlarda gizli/sessiz okumak vaciptir. Vacip bilerek terk edilirse namazın iadesi, hata ile terk edilse “sehiv/yanılma secdesi” gerekir. Gizli okumanın ölçüsü, sadece kişinin kendisinin duyabileceği kadar kısık bir sesle okumaktır. Sabah, akşam ve yatsı namazları ile gece kılacağı nafile namazlarda kişi serbesttir; isterse sesli, isterse kendi duyacağı bir sesle okuyabilir. Ancak camide bu uygun değildir, çünkü yanındaki namaz kılanı rahatsız eder, namazda kıraatini zorlaştırır.

f) Hasta ve engellilerin namazı

Son zamanlarda camilerde tabure ve sandalyeler çoğalmaya başladı. Bir Müslüman bir hastalığı veya bir engeli sebebiyle namazını ayakta kılamıyorsa oturduğu yerden kılar, oturduğu yerden de kılamıyorsa yatarak ima ile kılar. Ayaklarını kıbleye uzatarak veya istediği bir şekilde oturup namazını kılabiliyorsa tabure veya sandalyede namaz kılamaz. Engeli ve özrü nedeniyle hiçbir şekilde oturması mümkün değilse o zaman sandalyede kılınabilir. (bk. Buhârî, Taksir, 19; Ebû Dâvûd, Salât, 179)

4. Temizlik

Camiye giderken temiz giysiler giymek, sarımsak, ter, çorap, sigara ve benzeri kötü kokulardan temizlenmiş olmak cami adabının gereğidir. A’râf suresinin camiye temiz ve güzel elbise ile gidilmesini emreden 31. ayeti   ile sarımsak-soğan gibi kokulu bir şey yiyen kimsenin camiye gelmemesi ile ilgili hadisler (Müslim, Mesâcid, 72) bu adabın gereğini ifade etmektedir. Peygamberimiz camilerin temiz tutulmasını ve bakılmasını emretmiştir. (Tirmizî, Cuma, 65; Ahmed, VI, 279) Yeryüzünün cennet bahçeleri olan camilerin (Tirmizî, Deavât, 82) içi, dışı ve çevresinin temizliği, bakımı, düzeni, bahçesinin çiçeklendirilip ağaçlandırılması, şadırvanı ve tuvaletlerinin bakım ve temizliği kadar camiye gelenlerin; giysilerinin ve çoraplarının temiz olması ve pis koku bulunmaması da önemlidir. Özellikle çorap temizliğine azamı dikkat etmek gerekir. Kirli çoraplar halıları kirlettiği ve kötü koku oluşmasına sebep olduğu gibi bu yüzden bir kısım cemaatin camiden uzaklaşmasına da sebep olmaktadır. Çünkü halılar görünüşte temiz olsa da hijyen sağlanamamakta, halılara çorap-ayak kokusu sinmektedir. Bazı cemaat camiye yalın ayak gelmektedir. Bu da doğru değildir. Çıplak ve özellikle ıslak ayaklar varsa halılara mantar mikrobunun bulaşmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple camiye mutlaka temiz çoraplarla gelinmelidir. Ter kokusu ve sigara kokusu ile camiye gelinmesi de doğru değildir. Çünkü ter ve sigara kokusu camide insanları rahatsız etmektedir.

5. Levhalar

Bazı camilerin iç duvarlarına pek çok levha takılmış, camiler âdeta bir sergi salonu haline getirilmiştir. Bu doğru değildir, camilerin sade olması esastır, sadece Allah, Muhammed ve cihar-ı yâri güzinin isimleri yazılı levhalar takılabilir, aşırılıktan kaçınmak gerekir. Camilerin kıble duvarlarına saat takılması, çalar saat bulunması da namazın huşuunu ihlâl etmektedir. Onun için camilerde çalar saat bulundurulmamalı, pilli veya kurmalı saatler yan duvarlara takılmalıdır.

6. Cep telefonları

Cep telefonları camilere teknolojinin getirdiği bir sıkıntıdır. Telefonunu açık tutan bir kısım cemaatin telefonu çalmakta, namaz kılanları rahatsız etmekte ve namazın huşuunu ihlâl etmektedir. Telefonları kapatmasak bile mutlaka sessizse almalı ve bunu bir görev bilmeliyiz. Unutulur da telefon çalarsa “amel-i kesir” olmayacak şekilde bir tek eylemle telefon kapatılabilir. Bu şekildeki bir hareket mekruh olur ancak namazı bozmaz, “amel-i kesir” olursa namaz bozulur.

7. Çocuklar

Bazı cemaat camiye gelen çocukları azarlamaktadır. Bu kesinlikle doğru bir davranış değildir. Azarlamak bir yana çocukları sevmek, takdir ve teşvik etmek gerekir. Çocuklar camilere gelmeli ve cemaate alışmalı ki ileride camiler cemaatsiz kalmasın.

II. Allah’tan Başka Kimseye Kulluk Edilmemelidir

Mekkeli müşrikler, hem Allah’a hem de elleriyle yaptıkları ve ilah dedikleri putlara; Yahudi ve Hristiyan ise Üzeyir ve İsa Peygamberi ilâh kabul edip Allah ile birlikte bunlara da kulluk ediyorlardı. Yüce Allah, bu ayetle Müslümanları uyardı ve sadece Allah’a kulluk etmelerini, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi O’na ortak koşmamalarını emretti. Ayetteki “lâ ted’û” dua etmeyin, yalvarmayın, yardım istemeyin, ibadet etmeyin, kullukta bulunmayın demektir.

Sonuç olarak; “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde, Allah’ın yanında hiç kimseye kulluk etmeyin” anlamındaki ayet; secdelerin ve her türlü ibadetin Allah için yapılması, secde mekânlarının ve secde uzuvlarının Allah’ın emri istikametinde kullanılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu itibarla namazı, namazın zirvesi olan secdeyi ve diğer ibadetleri Allah için ve peygamberin öğrettiği şekilde yerine getirmek, ibadet mekânlarında Peygamberin belirlediği kurallara uymak dinî bir görevdir.


Doç. Dr. İsmail Karagöz
Diyanet İşleri Başkanlığı İç Denetçisi

Selam Vermek Adabı Nedir?


Selam; Allah'ın (celle celel-allahü) 99 güzel isminden biridir. Her çeşit sıkıntılı ve hâdiselerden sâlim olan; Her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran; Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden manasındadır.
«Size selâm verildiğinde, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını sorucudur.» 
Nisa sûresi, âyet: 86
Sahabeden İbni Abbas (ra) anlatıyor, Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem,
" Allah Zül Celalin yarattıklarından Her Kim Sana Selâm verirse, Sana Selam veren Mecûsî de olsa
( Yahudide olsa, Hristiyanda olsa ) Selâmına Mukabelede yani karşılıkta bulun, Sende ona Selam ver,
Zira Allah Allah Zül Celal Nisa Suresi 86 cı Ayetinde, 
" Bir Selâm ile Selâmlandığınızda,
O Selâma Aynısıyla, yada daha iyisiyle mukabele edin"
Allah Resulünün Torunu ve Ehli Beyti Hz Hasan (ra) anlatıyor, Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem,
“ Selam Vermek, Sünnetimdir, Verilen Selamı Almak ise Farzdır, “ dedi der,

-İki Müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selêmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni (dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet, dünya ve ahiret meşakkatlerinden beri olmak, mü'min kullardan dua, meleklerden istiğfar, peygamberlerden şefaat sizin üzerinize olsun) demesi, diğerinin de; "Ve Aleyküm selâm" yâni (Bana ettiğin bu güzel duâ senin de üzerine olsun) demesidir. Selamlaşmak yerine günaydın tünaydın gibi hiç bir manasız sözlerle biri birini karşılamak Müslüman için büyük gaflettir.
-Birbirinize selâm veriniz. Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Müslim Îmân etmedikçe Cennet'e giremezsiniz. Birbirinizle sevişmedikçe tam îmâna kavuşamazsınız. Size bir şey göstereyim mi? onu yaparsanız, sevişirsiniz. Aranızda selâmı çok yayınız. Hadîs-i şerîf-Müslim Müslüman'ın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır. Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp; "Elhamdülillah" deyince; "Yerhamükellah" diyerek cevap vermek. 
Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim
Peygamber Aleyhi selam diyor ki:
(Gece gündüz şeytandan uzak kalmak isteyen, evine girerken selam versin.) [Taberani]
(Evine girerken selam veren, Allah’ın himayesinin garantisi altındadır.) [Ebu Davud]
(Bir eve girince, ev halkına selam verin. Çıkarken de selam verin.) [Beyheki]
(Vedalaşırken, birbirinizden ayrılırken, seni, emanetleri zayi etmeyen Allah’a emanet ediyorum deyin.) [İbni Mace]
(Bir yere, bir meclise giren oradakilere selam versin. Oradan kalkıp giderken yine selam versin.) [Tirmizi]
(Bir kimse ayrılırken, selam verirse, onların hayırlı işlerine ortak olur.) [Rüzeyn]
(İnsanların en âcizi dua etmeyen, en cimrisi de selam vermeyendir.) [Taberani]
(İnsanlara güler yüzle selam vermek sadakadır.) [Beyheki]
Bir eve girince, ev halkına selam verin. Çıkarken de selam verin.) [Beyheki]
(Selam, kelamdan öncedir.) [Tirmizi]
(Selam vermeden söze başlamayın. Selam vermeden konuşana cevap vermeyin.) [Hakim]
(Selam, sualden öncedir. Selam vermeden sual sorana, cevap vermeyin.) [İ.Neccar]
(Mümin, önce selam vermek için atılır; münafık ise önce kendisine selam verilmesini bekler.) [Dare Kutni]
(Önce selam veren, Allah’a ve Resulüne daha yakındır.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlânın rahmet ve affına en layık olan, önce selam verendir.) [Ebu Davud]
(Önce selam veren kibirden uzak olur.) [Beyheki, Hatib]
“ Size Şerri dokunabilecek, Kötülüğü dokunulabilecek Kişilere dahi Selam verinizki,
Size karşı olan Husumeti, Kötülüğü, Düşmanlığı yok olabilsin,
( Zira Selam verip Selam almak, Hasımlığı, Husumeti, Kötü Niyetleri yok eder, ) “
“ Birbirinize Selam verirken Selam vermenin İfadesini değiştirip, Aleykesselam veya Aleykümesselam diyerek
Selam vermeyin, Aleykesselam veya Aleykümesselam demek Ölülerin Selamıdır, “
-İçinde bir Kimse görmediğiniz bir Eve veya Bir Yere gireceğiniz zamanda
( yüksek sesle ) Selam Veriniz,
- İki mü'min selâmlaşınca lânetlik şeytan, «Yazık, bu iki mü'min Allah kendilerini affetmedikçe birbirinden ayrılmayacaklardır!..» diye ağlayıp dövünmeye başlar.
-Ey insanlar!... 
Selamı yayın; yoksulları doyurun, herkes derin
uykusunda uyurken namaz kılın. Eğer bunları yaparsanız selâmetle Cennete girersiniz.
-Cennette içi dışından, dışı içinden görünen (şeffaf) bir köşk vardır. Orada hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı ve hiçbir insan kafasının düşünmediği rengârenk nimetler yer almaktadır. Dinleyenler,
«Ey Allah'ın elçisi!...» 
Bu köşk kimlere hazırlanmıştır.»
diye sordular. 
Peygamber A.s. da şöyle cevap verdi: 
«Selâmı yayan, yoksulları doyuran, devamlı orucunu tutan, geceleri herkes derin uykuda uyurken namaz kılanlara hazırlanmıştır.»
Dinleyenler tekrar, 
«Buna kimin gücü yeter, 
Ey Allah'ın Resulü?» 
diye sorunca Peygamber şöyle karşılık verdi: 
«Size şunu bildireyim ki yolda mü'min kardeşiyle karşılaşıp da ona selâm veren, selâmı yaymış; çoluk çocuğunu doyasıya kadar doyuran, yoksulları doyurmuş; Ramazan ayı ile altı gün de Şevvalden oruç tutan, devamlı oruç tutmuş; yatsı namazını camide cemaatle birlikte kılan da herkes derin uykusunda yatarken gecelerini namazla geçirmiş demektir.»
-İmrân İbnil Hasîn anlatıyor: 
Bir gün bir adam gelerek Peygambere (s.a.v.), «Esselâmü aleyküm..» diye selâm verir. Peygamber de selâmını aldıktan sonra adama, «Bu selâmına karşılık on sevap alacaksın.» der.Bir başkası gelir, «Esselâmü aleyküm ve rahmetûllah» der. Onun da selâmını aldıktan sonra «Sen de yirmi sevap kazandın» der.Daha sonra gelip de, «Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü» diyerek selam verene, «Sen otuz sevap kazandın.» der.Nihayet en son gelerek «Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü ve mağfiretûh» diye selâm verene de sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), «Sen de kırk sevap kazandın.» diye cevap verir.
-Selâmın daha güzeli şöyle olur. Meselâ size, «Selâmun aleyküm» diyene, siz de «Aleyküm selâm ve rahmetûllah» diye mukabele edersiniz. Eğer selâm veren, «selâmûn aleyküm ve rahmetûllah» demişse, siz de, «Aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtûh.» diye karşılık verirseniz, bu son şekil selâmın en güzel şeklidir. Bundan daha güzel selâm 
yoktur.
-Merhaba:
Allah'ın selamı yerine geçmez; fakat
bir (topluluk) meclis içini yeni giren kişi ve kişilere "merhaba"
demek İslam kültürünün toplumda ki iyi,hoş güzel bir adetidir.
"rahat olunuz, serbest olun, dostum hoş geldiniz" karşılama mânasın da söylenir.
Selam; Allah'n adı kalpte ve dil de geçmeyen
El,Kol,Baş eğip kaldırarak, beden hareketleri ile yalnızca "selam"demekle de Allah'ın selamı üzerinize olsun manasına olan (Selamun aleyküm) anlamına gelmez.
Günaydın,iyi sabahlar, iyi günler, iyi akşamlar,iyi geceler demek karşındaki kişiye iyilik temennisin de bulunarak "selam" vermek anlamına gelmez.
Müsafaha (Tokalaşmak)
“ Selam verdiğin veya aldığın Mümin Kardeşinle Müsafaha yapmak, Selam vermeyi Tamamlanmaktır,“
'' Birbirini, Allah Zül Celal için seven, Arkadaş olan, iki Mümin, birbirlerini Karşılayıp, Selamlaşıp Müsafaha
yaparken, Tokalaşırken, “ Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed “ diyerek, Banada Selatü Selam
ettiklerinde, elleri Birbirinden ayrılmadan, Allah Zül Celal, Onların Gelmiş
Geçmiş Bütün Günahlarını Affeder, “
“ Hangi Müslüman ki Bir din kardeşiyle Musafaha eder ve içlerinde de birbirlerine bir Kin Nefret olmaz ise,
Elleri henüz ayrılmadan, Cenabı Hak, her ikisinin de geçmiş günahlarını mağfiret eder.
Gene bir kimse, içlerinde bir Kin olmadan, Müslüman kardeşine sevgi nazarı ile bakarsa,
Allah onların geçmiş günahlarını bağışlamadan hiç biri evine dönmez, “
Kimlere selam verilir:
Tanıdığın veya tanımadığın Müslümanlarla karşılaştığın zaman selam vermeyi ihmal etme
a) Binek üzerinde olan yürüyene,
b) Yürüyen oturana,
d) Az kişiler çok kişilere,
e) Küçükler büyüklere selam verirler.
Şu kimselere selâm vermek uygun değildir:
1.Hadis okuyana,
2.Ezan ve kamet okuyana ve dinlerken ezan ile kametin sözlerini tekrar eden cemaate.
3.Helada (tuvalette) veya hamam da bulunana. 
Ebu Hanife'ye göre helada ve hamam da bulunan kimse verilen selâmı içinden alır. Fakat diliyle iade edemez. 
Ebu Yusuf'a göre ise ne içinden ne de dışından alıp veremez. İmam Muhammed'e göre heladan çıktıktan sonra verir.
4.Namaz kılana.
5.Dua edene.
6.Dilenciye. Dilencinin verdiği selâm da alınmaz.
7.Mahkemede karar veren hâkime. Hâkime verilen selâmı da iade etmek borç değildir.
8.Ders veren hocaya. Hoca verilen selâmı iade etmek zorunda değildir.
9.Kumar oynayana.
11.Yalancıya.
12.Manasız şeylerle uğraşana.
13.Küfredenlere.
14.Alaycılara.
15.Kadın-kız gözlemek için yol başlarında duranlara.
17.Zina edene.
18.Çıplak olanlara.
19.Sokakta şer ile meşgul olana.
20.Herkesin gözü önünde yemek yiyene.
21.Şarkı okuyana.
22.içiki içene.
23.Falcılara.
24. Dinde olmayan batıl işle uğraşana.
25.Kafirlere. 
26.Uykuda olana.
Dipnotlar:
EBU DAVUD HADİS No 330
EBU DAVUT HADİS No 3754
TAÇ TERCÜMESİ HADİS No C/7 H/745
BUHARİ MÜFRED HADİS No 1017
RAMUZ EL HADİS No C1 S64 H11
BUHARİ MÜFRED HADİS No 1267 ve 1269
MÜSLİM HADİS No 39 
CAMİUSSAGIR HADİS No 481 
METEALİBUL ALİYE HADİS No 2636
MÜSLİM HADİS No 54 
BUHARİ HADİS No 2015 
RAMUZEL HADİS No C/2 S/180 H/4
TİRMİZİ HADİS No 2698
BUHARİ MÜFRED HADİS No 968
TABARANİ HADİS No 563
EBU DAVUD HADİS No 4084 
İBNİ MACE HADİS No 68
Düzenleme: Aydın Suyak

İslamda Irkçılık Yoktur; Ümmet Kavramı Vardır.



*Bu topraklarda yaşayan insanları birbirine bağlayan en güçlü bağ din kardeşliği bağıdır. Allah Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin sadece kardeş olduklarını beyan buyurarak din kardeşliğinin nesep ve ırk kardeşliğinin üstünde olduğunu vurgulamıştır. Bugün Türkiye’de yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu (% 90’ı) Müslüman’dır. Menfi milliyetçiler aksini iddia etseler de, bu vatan toprakları üzerinde yaşayan insanları bir arada tutan çimento dindir. Tek başına dil ya da başka bir unsur değildir. Dinin çağımızda yükselen bir değer olması, Müslümanların hâlâ ne kadar dine muhtaç olduklarını açıkça göstermektedir.

*Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: 

"Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır." [Hucurat Suresi- 13]

-"Müminler ancak kardeştir buyuruluyor. (Hucurat 10)

-"Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden and olsun ki sorumlu tutulacaksınız." (16/Nahl, 93)
-"İbrâhim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir ümmetti. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Rabbi de onu seçti ve doğru yola eriştirdi." (16/Nahl, 120-121)
-"Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. 
-"Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ibâdet/kulluk edin." (21/Enbiyâ, 92)

-"Siz sonuncu ümmetsiniz; Siz ümmetlerin en hayırlısı ve Allah yanında en değerli olanısınız." 
(Tirmizî, Tefsir Âl-i İmrân, hadis no: 3004; İbn Mâce, Zühd 34, hadis no: 4288)
-"Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi, sonu mu daha hayırlıdır, bilinemez." (Tirmizî, Emsâl 6, hadis no: 2873)

"İslâm, Câhiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır ..." [Buharî, Ahkâm: 4] 

"Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez" (İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225)

-"Irkçılık yapan, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık uğrunda ölen, bizden değildir.) [Ebu Davud]

-Rasûlullah (s.a.s.)'a soruldu:
 "Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?"
 Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: 
"Hayır. Lâkin kişinin kavmini başka bir kavime zulümüne tavırla yardımcı olması/Irkcılıktır."(Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis
 no: 3949)

"Rabbiniz de birdir, babanız da birdir. Dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Acem, Acemin de Arab üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Yine kızılın kara üzerine, karanın da kızıl üzerine üstünlüğü yoktur. Hiç bir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Yalnız takva bakımından biri diğerine üstün olur."
(Ramuz- İbni Neccar)

*Yine bilinen bir örnektir. Hz. resul; kızı Fatıma'ya :
"Ey Fatıma, peygamber kızıyım diye güvenme kıyamet günü ben bile seni kurtaramam " buyurmuşlardır. Burada da akraba bile olsa ahirette kişiye hiçbir faydası ya da zararını olmayacağı açıkça ifade edilmiştir.

-"Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan/müslümanlardan kıl, neslimizden de Sana teslim olan müslüman bir ümmet çıkar, bize ibâdet yerlerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira, tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin." (2/Bakara, 128)

*Sonuç olarak
-Her şeyden önce insanlar arasında var olan farklılıklar bir tahakküm etme, üstünlük sağlama ya da egemenlik kurma vasıtası değil, bir tanışma ve dayanışma vasıtası olmalıdır.

Hiçbir insan doğuştan imtiyazlı ya da doğuştan eksik değildir.

Bir insanın "A" ırkından ya da "B" ırkından olması kendi elinde değildir. Dolayısıyla insanın kendi seçmediği şeylerle övünmesi mantıklı olmadığı gibi, bu sebeple kınanması ya da hor görülmesi de insanca değildir.

Bir insanın kadın ya da erkek olması önemli bir imtiyaz olmadığı gibi, "A" milletinden ya da "B" milletinden olması da önemli değildir.

İnsanın asıl üstünlüğü, asıl büyüklüğü ve asıl şerefi, yaratıcısına karşı duyduğu sorumlulukla doğru orantılıdır. Kim ne kadar kendisini Allah’a karşı sorumlu hissediyor ve gereğini yapıyorsa üstünlük ve şereften en büyük payı o almaktadır.

Bir insan kendi ırkını ve ırkdaşlarını sevebilir; ancak bu sevgi başka ırklardan olanlara karşı bir nefrete dönüşmemelidir.

Bu topraklarda yaşayan insanları birbirine bağlayan en güçlü bağ din kardeşliği bağıdır. Allah Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin sadece kardeş olduklarını beyan buyurarak din kardeşliğinin nesep ve ırk kardeşliğinin üstünde olduğunu vurgulamıştır. Bugün Türkiye’de yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu Müslüman’dır. Menfi milliyetçiler aksini iddia etseler de, bu vatan toprakları üzerinde yaşayan insanları bir arada tutan çimento dindir. Tek başına dil, ya da başka bir unsur değildir. Diğer taraftan bu Anadolu toprakları göç yolu üzerinde kurulduğu ve asırlarca İslam merkezi olduğu için buraya çok yerlerden göç meydana gelmiştir. Dolayısıyla ancak Levh-i Mahfuz açılsa herkesin gerçek ırkı anlaşılabilir. Şu halde milliyeti ırk esasına dayandırmak yerine herkesin ortak paydası olan din esasına dayandırmak daha gerçekçidir.
 18.2.2015
Düzenleme: Aydın Suyak

Hz. Peygamber (A.S.) uymak

Efendimiz, Aleyhi selamın
Yaşadığı (Sünnet-i Seniyye) hayat tarzını yaşamak.

Rahim ve Rahman olan Allah'ın adıyla

Allah-u teala Kur'an-ı Keriminde diyor ki:

"Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik."
(Bakara ayet 151.)

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız; bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin" 
(Ali İmran ayet 2.)


“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”
(Ali İmran ayet 8.)

"Ey Muhammed) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." 
(Ali İmran ayet 31. )

“Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kimselerle beraberdir. Onlar ise ne güzel arkadaşlardır !”
(El Nisa ayet 9.)

"Kimi, ona (Muhammed aleyhisselam'a) iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi ki, bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri elbette ateşe atacağız."
(Nisa ayet 55-56)

Allah, “Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur"
(El Nisa ayet 80.)

“Allah’ın Resûlünde sizin için kendisine uyulacak en güzel örnek ve nümûneler vardır.”
(El Ahzab ayet 21.)

"Ant olsun ki size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün; müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." 
( Tevbe ayet 128.)

"O kendi arzusuyla konuşmaz; O ancak kendisine vahyolunanı konuşur"
(Necim ayet 34.)

"Ey Muhammed) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın."
(Haşr ayet 7.)

"Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.)"
(Feth  ayet.17)

-Kendisini sevip uymanın önemine dair bazı hadisler:

“Size iki şey bırakıyorum, bunlara sıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız; Allah’ın kitabı ve nebisinin sünneti!”
(Muvatta, Kader, 3; et-Taç I, 47.)

"Ümmetimden beni en çok sevenlerin bir kısmı; benden sonra gelip âilesini ve malım ne varsa keşke olmazsa  diyip fedâ edecek kadar beni görmüş olmayı isteyecek olanlardır"
(Müslim, Cennet, 12.)

"Kim bana itaat ederse cennete girer. Kim bana isyan ederse cennetten kaçmış olur."
Sahih-i Buhari, 12/402

-Cevaben biz de;

"Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz." 
(Ali İmran ayet 3.)
Şüphesiz Allahu azim doğruyu söyler.
Amiin..

Düzenleme: Aydın Suyak

Yahudi ve Hıristiyanlar Cennet'e Girecekmi?

Öncelikle bu konu hakkında delil olarak alınan ayetleri izah edelim… DİNLER ARASI DİYALOGCULARIN İMAN ŞARTLARINI bilgilendirmek için delil olarak kabul edip hainlerin oyununa ihanetlerine perde yapmaya çalıştıkları ayetleri, tafsilata girmeden, kelime kalabalığında kaybolmadan sade bir şekilde anlatmaya çalışalım…

   Bildiğiniz gibi Kur’an-ı Kerim bir bütündür, tamamıyla değerlendirilir ve çelişki yoktur. Bir ayet diğeri ile kesinlikle çelişmez aksine tefsir eder. Önünüze gelen bir ayeti alarak hüküm çıkarmanız sadece cehaletinizin hükmünü vermeniz olur.

   Dolayısıyla bir ayeti alarak Yahudi ve Hristiyanlar hakkında “cennetlik” fetvasını verenler bu büyük kaideyi çiğneyerek kendi cehalet veya art niyetlerini ortaya koymaktadırlar.

   Şimdi konuyu genişleterek Yahudi ve Hristiyanlar için iman şartının ne olduğunu anlatmaya çalışacağız.

BAKARA 62 – MAİDE 69

   Öncelikle size ayetlerin manasını verelim sonra izah edelim:

   “Şüphesiz o kimseler ki, iman etmiştirler, bir de o kimseler ki Yahudi olmuşturlar, ayrıca Hristiyanlar ve Sabiler; Allah’a ve o son güne inanmış, Salih bir amel de işlemişse; onlar için Rableri nezdinde ecirleri vardır. Onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara 62)

   “… O kişiler ki, Yahudi olmuşlardır. Bir de o sabiler ile Hristiyanlar; işte her kim Allah’a ve o son resulüne inanır ayrıca Salih bir amel de işlerse, artık onlar üzerine hiçbir kork yoktur ve ancak onlar mahzun olmayacaklardır.” (Maide 69)

   Ayetlerin yalın manalarını verdik. Kur’an’ı açıp ilk olarak bu ayetleri gören Müslüman veya herhangi bir insan muhakkak ki çeşitli evhamlara kapılacaklar, biraz arsızlık var ise bu ayetlerden hüküm bile çıkaracaktır.

   İlk olarak şu bilinmelidir ki, bu ayetler Peygamber Efendimize kavuşamayan ve tek Allah inancına sahip olan bozulmamış ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Fakat bazıları gibi bu ayetler o zamanda geçerliydi bu zamanda geçerli değil diyemeyiz. Ayetler kıyamete kadar tazeliğini koruyacaktır.

   Ancak en başta da dediğimiz gibi Kur’an bir bütündür ve tamamını ele almadan hususi mana ifade eden bir ayeti umumi şekilde anlayamazsınız.

   Bu nedenle diğer ayetlere göz atacağız bakalım ne olacak…

   Her gece okuduğumuz “Amenerrasulü” de bakınız Mevla Teala ne buyuruyor:

   “O Peygamber de, Rabbinden kendisine indirilmiş olana iman etmiştir, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine inanmıştır” (Bakara 285)

   Ne görüyorsunuz bu ayette? İman şartları kaça tamamlandı?

   Yukarıda “Allaha, resulüne ve ahirete” iman zikredilirken bu ayette ise “Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine” inanmak da zikrediliyor. Bunu teyit eden ve ters istikamette gidenleri tehdit eden bir başka ayeti kerime okuyalım:

   “Ey inanmış olan kimseler! Allah’a, Resulüne peyderpey indirmiş olduğu o kitaba ve daha önce topyekun indirmiş olduğu kitaplara iman edin (imanda sebat edin)

   Her kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve o son günü (bunlardan birini) inkâr ederse, muhakkak ki o, pek uzak bir sapmayla sapıtmıştır.” (Nisa 136)

   Görüldüğü üzere iman şartları sadece Allah’a ve son güne inanmaktan ibaret değil. Ve işin ince noktası bu şartları inkâr edenler dalalete düşmüş, hidayet yolundan sapmış sapık olarak nitelendiriliyor.

   Yazının üçüncü kısmında ayet ve hadis-i şerifler ile delillerimizi sıralayacağız ancak öncelikle Yahudi ve Hıristiyanların içinde bulundukları şirki gözler önüne serelim…

KÜFRE DÜŞEN YAHUDİ HRİSTİYANLAR

  “Andolsun “Şüphesiz Allah Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler küfre düşmüştür. De ki: “O eğer Meryem oğlu Mesih’i onun annesini ve yer yüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse Allah’tan (bunu önlemeye) kim birşeye malik olabilir? Göklerin yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir.” (5/17)

   “Yahudi ve Hristiyanlar: “Biz Allah’ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz” dedi. De ki: “Peki ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Hayır siz O’nun yarattığından birer beşersiniz. O dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Göklerin yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır. Son varış O’nadır.” (5/18)

   Dediler ki: “Allah oğul edindi.” O (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir. (2/116)

   “Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? (9/30)

  “Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9/31)

   “Allah katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkâr edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti kafirlerin üzerinedir.” (2/89)

   “Kitap Ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.” (2/105)

   Bu ayeti kerimelerden anlaşılacağı üzere Hristiyan ve Yahudiler Allah’a çocuk isnat eden, kendilerini onun çocuğu gören ve rahiplerini rab edinen, birer kafir ve müşrik topluluktur.

   Kafir ve müşrikler için ise büyük tehditler vardır:

   “Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur.” (3/91)

   “Ve kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.” (3/131)

   “İnkâr edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız. (18/102)”

   “Gerçekten Allah, kafirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’ hazırlamıştır. (33/64)”
AYET-İ KERİMELERDEN DELİLLERİMİZ

   İSLAM BÜTÜN DİNLERDEN ÜSTÜNDÜR

   “Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile.” (Saf 9)

   ALLAH KATINDA TEK DİN İSLAMDIR

   “Şüphesiz ki Allah katında tek din İslam’dır…” (Al-i İmran 19)

   Bazıları bu ayete karşılık “o halde neden Allah Kur’an-ı Keriminde diğer dinleri muhatap alıyor” diyebilir. İşte onların bu yanlış anlamalarına fırsat verilmemesi için başka bir ayet yukarıdaki ayeti hem tefsir etmekte hem de manasını kuvvetlendirmektedir:

   “Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler.” (Al-i İmran 83)

   “Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardan dır.” (Al-i İmran 85)

   Görüldüğü üzere Allah katında tek din İslam’dır ve her kim İslam’dan başka herhangi bir dine uymuş olursa ondan kabul olunmayacak, ahirette hüsrana uğrayacak yani batıl yolda olduğunu anlayacak, eli boş kalacak, cehenneme gönderilecektir.

   EHLİ KİTAP İMAN ETSEYDİ!

   Bu ayette ise İslam dinine iman etmeyenlerin fıska saptıklarını, hayrın İslam’da olduğu beyan ediliyor..

   “Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran 110)

   MÜMİNLERİN TÖVBESİNİ KABUL EDER

   “Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tövbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (33/73)

   İSLAM’A AÇILAN GÖNÜL

   “Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir” (Zümer 22)

   Bu ayette Müslüman olanların hidayete ulaştıran nur olduğu beyan edilirken alttaki ayet tarafından teyit ve tefsir edilmektedir

   “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (6/125)

   Yani hidayet İslam dinin dedir.

   İNKAR EDEN EHLİ KİTAP

   Aşağıdaki ayette ise Ehli Kitap ve müşrik burada aynı kategoride zikredilip ikisinin kurtuluşunda İmana bağlanmış, İslam dinini inkar ederek imandan yüz çevirmeleri halinde her iki guruba da cehennem vaat edilmiştir.

   “Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşin dedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (98/6)

   İSLAMA ÇAĞRILDIĞI HALDE…

   “İslam’a çağrıldığı halde, Allah’a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.” (Saf 7)
HADİS-İ ŞERİF VE SİYER ÖRNEKLERİ

   Şu hadis-i şerif aslında tartışmalara mahal bile bırakmamaktadır..

   “Muhammed’in canı, (kudret) elinde olan Zât’a yemin olsun ki; bu ümmetten Yahudi veya Hristiyan herhangi bir kimse beni duyar da, sonra benimle gönderilen dine inanmadan ölürse, mutlaka cehennem ashabından olur!” (Müslim, İman: 70, no:153)”

   Hadîs-i şerifi de, bu kafirlikten, sadece “Allâh’ı ve ahireti inkâr” kast edilmeyip, bununla birlikte “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dinine uymamanın da imansızlık sayıldığını açıklamaktadır.

   BİZANS KAYSERİ HERAKLİYUS’A GÖNDERİLEN MEKTUP:

   Bizans kayserine gönderilen mektup bu konuda hayli açıktır:

   “Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den, Bizans’ın Başı Herakliyus’a.  Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.. 
   Bundan sonra ey kral, seni İslamiyete davet ediyorum. Müslüman ol. Allah seni bütün belâlardan korur ve seni iki kat mükâfatlandırır. Amma inkâra sapar ve bu tebliği kabulden imtina edersen, yalnız kendi inkârının günahını değil, tebaalarının inkârının günahı da senin boynunadır.

   De ki: “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir söze gelin de yalnız Allah’a ibadet edelim, ona hiçbir şeyi ortak tutmayalım.” 
Fakat yüz çevirirlerse: “Şahid olun ki biz (Allah’ın iradesine teslim olan) Müslümanlarız” deyin. 
(Âl-i İmrân: 64)

   Peygamber Efendimiz, İslama davet ettiği Ehli kitap bir hükümdara Müslüman olması aksi halde inkara sapacağını ve halkının da vebalini yükleneceğini ilan ediyor… Halbuki diyalogculara ve bazı ilahiyatçı geçinenlere göre kralın Müslüman olması şart değil! Peygamberimize göre hidayetin ve doğal olarak cennetin anahtarı Müslüman olmasında, sapıklara göre ise tam tersi!

   YAHUDİ GENCE İSLAM TEBLİĞİ

   Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hizmetinde bulunan yahudi bir genç vardı. Bir gün hastalandı. Peygamberimiz, onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona, “müslüman olmasını” teklif etti. Çocuk, düşüncesini öğrenmek için, yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası: Ebü’l-Kâsım’ın çağrısına uy, deyince, çocuk da Müslüman oldu.
   Bunun üzerine Peygamberimiz: “Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun.” diyerek oradan ayrıldı. (Buhârî, Cenâiz 80)

   Görüldüğü üzere Peygamberimiz bir Yahudiye ölüm anında bile İslam’ı tebliğ etmiş, kabul ederek vefat etmesi üzerine cehennemden kurtulduğunu söylemiştir. Kabul etmeden Yahudilik üzerine ölseydi cehennem odunundan başka bir şey olmayacaktı.

   MÜSLÜMAN OLMAK ŞART

   Gayri Müslim bir kimsenin Müslüman olabilmesi için Allah’a, Peygamberimize, getirdiğine iman etmesi ve ona tabi olması ile mümkün olur. Peygamber Efendimize itaat ise mensubu olduğu batıl dinin bütün inanç sisteminden sıyrılması gerekir.

   “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet edinceye kadar, insanlarla savaşmakla emrolundum.” (Müslim 52-53, Buhari: 1/14)

   “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.“ (Tevbe 29)

   “De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, O Allah’ın sizin hepinize (gönderdiği) elçiyim ki, göklerin ve yerin mülkü sadece kendisine aittir, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, o diriltir ve öldürür. O halde Allah’a da, o Nebiyy-i Ümmi olan Rasulüne de iman edin ki, o da Allah’a ve kelimelerine (indirmiş olduğu kitaplara) inanmaktadır. Bir de ona hakkıyla tabi olun, ta ki siz hidayet bulabilesiniz.” (Araf 158)

   Bu ayeti kerimede de Yahudi Hıristiyan fark etmeden bütün insanlara Resulüllah’a yani Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) inanmanın ve ona tabi olmanın zarureti, kaçınılmazlığı ve hidayetin anahtarı olduğu beyan ediliyor.

   Gördüğünüz gibi Allahu Teala, Peygamberine insanları kendisine iman ve itaat etmeye çağırmasını emrediyor ve hidayetin bu imana bağlı olduğunu beyan ediyor. (Bu ayet, “peygamber Yahudilere Müslüman olun demedi, Hıristiyanlara Müslüman olun demedi” diyenlere de cevaptır.)

   Şimdi bir kişi bunca ayet hadise rağmen kalkarak Bakara 62, Maide 69 ayetlerini alıp Yahudi ve Hıristiyanlara cennet vizesi vermeye kalkıyorsa bilin ki ya o çok cahil bir adamdır, ya da çok meşhur bir insandır. Cahil ise bilgisizliğin dendir. Peygamberimiz: “Cahil cesur olur” buyurmuştur. Meşhur bir kimse ise anlayın ki satılmıştır. Adı kullanılarak bu sapıklığın yayılması kolaylaştırılır.

   Biz bu gün bu iddiayı atan kelli felli hocaların daha dün bu görüşlere karşı geldiğini de biliyoruz. İnsan sormadan geçemiyor: “Peki, ne oldu da değiştiniz?” Siz mi değiştiniz, yoksa kitabınız mı değişti

Kaynak:
İhvan net