11 Mayıs 2015 Pazartesi

Anadolu Halkının Aile yapısı


 Ailenin Tanımı:
"Erkekle kadının evlilik sonucu  (Ana, Baba) eşlerin, kan bağı ve soyla meydana getirdiği kendi ve başkasından evlat sahip olup edindiği küçük birime aile denir. Aile, İnsan türünün sürekliliğini sağlayan, ilk toplumsallaşma sürecin çekirdeğini oluşturan ve karşılıklı ilişkileri belirli kurallarla bağlayan, aile kültürünü kuşaktan kuşağa aktaran, genetik, psikolojik, ekonomik, hukuksal vb. yönleri bulunan aile, toplumun ana dalıdır."

Hakkın kelamı ile:
“- Yine O'nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Rum,21)

-Aile de İslam hukukuna gelince: İslam dini toplumun huzuru ve insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamı için, ailenin gerekli olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple nikâhı helal kılarak, zinayı ve zinaya yol açan serbest ilişkileri yasaklamıştır. Kadına hiç bir dinin, hiç bir sistemin vermediği değeri vermiştir. Peygamber (A.S) efendimizin Veda hutbesindeki nasihatlerinden biri: “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, ALLAH-u Teâlâ’nın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak davranınız, iyilik ediniz.” olmuştur. Başka bir hadis-i şeriflerinde de; “Cennet anaların ayakları altındadır.” buyurarak, kadını korumada eşsiz bir hassasiyet göstermiştir.
Ancak erkekler İslamiyet’te göre, “ailenin reisi” olmak bakımından kadınlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye sahiptirler. Bununla beraber, erkeklerin meşru surette kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ailenin mutluluğu ve sosyal hayatın huzuru, aileyi meydana getiren kadın ve erkeğin, vazife ve sorumluluklarını bilip, uygulamasına bağlıdır.
Aile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk tahribatlarına aileden başlarlar.
Karı-koca birbirlerine iyi niyet ve güzel ahlâk ile davranacaklardır. "İyileriniz, ailesine karşı iyi olandır..." (İbn Mâce, Nikâh, 50). Ufak tefek huysuzluk, geçimsizlik ve kusurlara sabredecek, yuvanın yıkılmaması için tahammül göstereceklerdir:
"...Kadınlara normal ve iyi davranın; onlarda hoşunuza gitmeyen bir şey olursa belki bir şey hoşunuza gitmediği halde Allah onu birçok hayırla doldurmuştur. " (en-Nisa, 4/19)
Aile içinde kadın ve erkeğin birbirlerini anlayıp hoşgörü sahibi olmaları, aile saadetinin devamı için şarttır. Karşılıklı saygı ve vazifelerin ne olduğunun bilinmesi, yuvanın huzurlu olması için önemli hususlardır. Ailede disiplini baba ve anne sağlar. Aile büyükleri (baba, anne) çocuklar arasında (tarafsız) adaletli davranırsa, ailede huzur olur. Çünkü akıllı kadın ve erkek bir birlerinin sorumluluklarını bilip yerine getirdiği sürece üzmezler.
Evliliğin gayesi aileye huzur ve mutluluk, toplumda da iyi bir nesil temin etmektir, "Onun (varlık ve kudret) alâmetlerinden birisi de size kendinizden eşler yaratmasıdır ki, siz onlarla huzur ve sükûnete kavuşursunuz. Ve aranıza sevgi ve rahmet koymuştur." (er-Rûm, 30/21). "Onlar (kadınlarınız) sizin için elbise, siz de onlar için elbisesiniz..."(el-Bakara, 2/187). İslâm cinsî ihtiyacın tatminini tabii karşılamakla beraber evliliğin gayesinin bundan ibaret olmadığını söylemektedir. "Doğuran siyah kadın, doğurmayan güzel kadından daha iyidir", "Evlenin, çoğalın: Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizinle iftihar edeceğim" (Avnu'l Ma'bûd Şerh Ebu Dâvud, I, 173). Kocanın karısıyla müşterek, yüce ve insanî bir hayat sürmek arzusunun belirtisi olan mehrin sembolik bir şey olması da aynı gayeye matuftur.

Ailenin mutluluğu çocukların asaleti ve İslâm toplumunun kurtuluşu evleneceklerin birbirlerini seçerken kullandıkları ölçü ile yakından ilgilidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s.) şöyle bir ölçü koymuştur: "Kadın dört özelliğinden dolayı nikâhlanır: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı; eli toprak olasıca, durma dindarını bul!" (Buhârî, Nikâh, 16).

İslâm'da evlilik, formalite ve merasimlerden uzak İslâmî bir akittir. Nikâh*'ın ilân edilmesi, yakın dost ve akrabaya ziyafet verilmesi, tef vb. çalınıp şenlik yapılması güzel telâkki edilmiş, teşvik görmüş, böyle bir davete icabet etmemek hoş karşılanmamıştır (Buhârî, Nikâh, 66 vd.).

 Aile de eğitim kültürü:
İslamiyet, insanlıkta ahlakı, ilimle çalışmayı en büyük değeri verir. Yozlaşmayı ve cahilliği ve ahlaki hukuksuzluğu da reddeder. Onun için her anne ve baba, çocuğuna ilmi, ahlaki ve dini ve milli görevlerini öğretmelidir. Öğretmezlerse vebal altın da mesul olurlar. Çünkü her çocuk ailesini, akrabasını, diğer insanları, doğayı sevmeyi, başkalarından güzel ahlakı ile sevilmeyi,  başarıları ile takdir alıp saygısı ile hayâyı burada öğrenir. Huzur ile disiplini, düzen ile sorumluluğu üslenip yarın ki, hayata atılmayı burada Ana, Baba ocağında yetişkinliğe erer.

ALLAH-u Teâlâ ya inanmayı, Peygamber  (A.S) sevgisini ile kutsal değerlerimiz Vatan, Millet, Bayrak sevdası, milli gelenek ve görenekleri oluşturan vasıfları gösterilen irfanla fazileti, aile yuvasında güzel bir eğitimle öğrenmelidir.

Ailenin Akraba Bağı:
Nesillerin evlilik sebebiyle çoğalması sonucu eşlerden birinin kan hısımları ile diğer eşler arasında meydana gelen yakınlığa ile akrabalığın oluşumunu sağlar. 
Aile meclisini oluşturan akraba büyükleri:
Birinci derece: Annesinin ve babasının babasına, Büyük baba Dede denir.
Anasının ve babasının annesine: Büyük anne (Nine, ebe) denir.
İkinci derece: Babadan yana olan erkek kardeşlere: Amca, Emmi.
Kız kardeşlere de Hala, Ame, Bibi, Teyze (çoğu şehir ve taşralarda annesinin kız kardeşine teyze) denir.
 Kızdan yana olan erkek kardeşlere: Dayı ve bunlardan olma amca ve dayıların her iki kardeşlerin çocuklarına “yeğen” denilen geniş aileye akraba meclisi denir.

-Yukarıda isimleri geçen geniş ailenin, gelecekte isimleri nedir? Sorusuna "sayarak" cevap veremeyecek yeni nesiller geleceği endişesi ile hatırlatma ihtiyacı duymalıyız.)

Dinimiz, akrabalar arasındaki ilişkilerin sağlam, sıcak ve devamlı olmasına, akrabaların birbirine maddeten ve mânen destek olmalarına çok önem vermektedir. Hısımlık hakkını gözetmek, ALLAH ve Resulü'nün ısrarla emrettiği şeylerdendir. Kur'an-ı Kerim' de Cenâb-ı ALLAH Azze ve Celle şöyle buyurur:
“- Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki ALLAH yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ALLAH bilendir, her şeyden haberdar olandır.” ( el-Hucurat, 13)
“- Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz ALLAH'dan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir (En-Nisa,1)
"- ALLAH'a kulluk edin, O'na hiç bu şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. ALLAH, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez. " (en-Nisâ, 36).
"Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, elindekileri de hepten savurma."
(el-İsrâ, 26).

Sılayı rahim: Akrabaların birbirleri ile ilişkilerini kesmeyip devam ettirmeleri, ahlâkî ve dînî bir görevdir. Peygamberimiz (s.a.s.) buyurur ki:

"Rahim (akrabalık), ALLAH'ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı korursa, ALLAH ona merhamet eder. Kim onu koparırsa, ALLAH da ondan ihsan ve rahmetini keser." (Buhârî Edeb, 13)

"Akrabalarıyla ilişkiyi kesen Cennet'e giremez" (Buhârî, Edeb, 11 )

-Akrabalara ikram ve ihsanda bulunmak: Yukarıda geçen hadislerden de anlaşılacağı gibi akrabalara maddî ve manevi ikramlarda bulunmak Peygamberimizin bize tavsiye ettiği hususlardandır. Malını, ALLAH yolunda harcanması için hibe etmek isteyen Ebu Talha'ya Peygamberimiz, (S.A.V.) onu akrabalarına harcamasını tavsiye etmiştir.

Dinimizin emir ve tavsiye ettiği bu akrabalık görevlerini yerine getiren kimseyi de Peygamberimiz(s.a.s.) şöyle müjdelemektedir:

"Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse sılayı rahim yapsın." (Buhârî, Edeb, 12)

Aile ve akraba bağlarının parçalanıp yok olması:
Çoğu akraba ve ailelerin , karşılıklı bir takım menfaat beklentilerin oluşmadığından, kendi aralarında iletişim soğukluğu sonuncunda ayrılmalar sebep oluşturuyor.
Örneğin akraba bireylerinden birine şöyle bir soru yöneltsek:
Falanca yerde bir akrabağın varmış, nasıl görüşe biliyor musun?
Cevap söyle olur:
-Ondan bana ne; ne görüşürüm ne de ilgim olur.
Neden?
-Bana ne faydası var ki; olsa ne olacak, olmasa ne olacak...
Cevap, yüzde büyük oranı ile aynen böyle olur.
Aile, aileyi, akraba, akrabayı tanımayıp; hayatın getirdiği ekonomik şartların neticesinde, her birimiz bir yerlere ikamet etmeye zorlanıp, "kendi öz yakınlarımıza" sahip çıkamaz hallere düştük!

Halkımızın ailevi huzurunu bozup ayıran diğer başka faktörler:
Başta alkol, uyuşturucu, gasp, darp, cinayet, kumar ve fuhşun en büyük tahribatla olumsuz yıkımı, aile halkının üzerindedir. Toplumun temeli ailedir. Ailenin temeli ise sadakat, iffet, hayâ, karşılıklı sevgi ve anlayışı kapsayan saygın benliği ile İslam-ı yaşayarak yücelen Türk halkının muhteşem tarihi dünyaya örnek olmuştur… Bunun baş sebepleri ise, aile yapısında ki üstün değerlerdir. Fakat günümüz de birçok ailenin zayıfladığı, zedelendiği, üzerine düşen vazifeleri yapamadığı zamanlarda ne yazık ki, gayri meşru kötü ahlaki münasebetler artmakta, beden ve ruh sağlığı dengesiz bozuk nesiller yetişmektedir. Çünkü toplumun huzurunu derinden yaralayıp, çeşitli olumsuz olayları meydana getirerek, milletin ve devletin bütün bireylerin düzenini bozan çeşitli boyutlar da ki terör belaları onca yıldır, halkımız arasın da meydana gelmektedir!

Anadolu halkı İslami kültürle ile bin yıla aşkın benliğini yoğurmuş milli ahlaki faziletlerinden, örf ve anelesinden uzaklaşarak, ruhsuz, köksüz ve inançsız yetişen nesiller, aşağılık karmaşası içinde sapık fikirli yabancı ideolojilerin esiri olmaya mahkûm edilmiştir.
Bir Millet, öz kimliğinde ki ruhla sağlam, (milli ve manevi değerlerle yetiştirilip eğitilen) ailelere dayanan toplumlar, her türlü felaketlere karşı ailesinden aldığı temel eğitimle hayatın iç ve dış zorluklarına göğüs gererler. Fakat köklü kültürel yapıya dayanmayan aile ve topluluklar, en küçük bir sarsıntı karşısında dağılıp yok olurlar!
11.05.2015

Düzenleme: Aydın Suyak

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Hangi, Zenginliği İsteriz?


Zenginlik nedir?

Zenginlik kavramının kişiler kendine göre nasıl yorumladığına ve zenginleri nasıl algıladığı tarza bağlıdır. Çünkü çoğumuz zenginliğin yalnızca maddi varlıkla, parayla ilişkili olduğunu sanırız.
Oysa zenginliğin pek çok çeşitleri var:
Mali servet zenginliği olmak, dost zengini olmak, bilgi zengini olmak, yürek zengini olmak, fikir zengini olmak,
vb. Sahip olduğu zamanın verdiği imkânların gücü oranında, hayatın zenginliğini yaşayıp gönlünün keyfini çıkarmak gibi...
İnsan varlığının Fiziki, akli, maddi, manevi ve medeni, kültürel özelliklerde eşit olamadıkları tabiatta yaratılışın gereğidir. Çok çalışanla az çalışanın, çok yiyenle az yiyenin, cimri ile savurganın, çok güçlü ile az güçlü olanın... Bütün insanların eşit servete sahip olmalarını istemek, taraflardan birine gadirlik ile zulüm halini alır. Ya da insanların çalışma şevkini ve üretkenliğini öldürüp sürekli tüketici olur.
Buda, tabiatın ilahi var oluş dengesine aykırıdır!
Beşeri tarafımızın bitmez tükenmez ihtiyaçları, sonu gelmeyen istekleri, sınırsız hayal dolu emellerimiz var. Bütün bunları karşılamak için imkanlarımız yeterli değilse, "Ah bir zengin olsam!" diye nasıl iç geçiririz? Yoksulluk, canımıza tak ettiği demler de ellerimizi açıp ALLAH’ tan mal mülk, para, servet dolusu rahat bir lüks hayat talep ederiz?
Gerçi, böyle durumlarda sağduyulu kalbimiz bize “hayırlısını istemek” gerektiğini fısıldar ya. Doğru olanı da bu dur; fakat bir müddet sonra hayrın zenginlikte olduğu "kuruntulu zan la" sabit bir fikir haline dönüşebiliyor.
“- Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için bir şerdir. ALLAH bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216 )
"Hayır, bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır olabileceği" ikazını unutur, sabır çizgisini aşarak zoraki ve inatla ille de zenginlik isteriz?

*Dünyalık zenginliğe imrenmek:

Müslümanın talep etmesi gereken zenginlik, imanla ve Salih amelle “Ganiyy-i Mutlak olan,
 “ALLAH-u Teâlâ’ya yakınlık ”tır şüphesiz. Fakat bu dünyayı da büsbütün terk etmek anlamına gelmiyor. ALLAH’ın dini İslam’ı ahireti, hesap gününü, dünyanın faniliğini unutmadan helalinden servet edinmeye, kulluk vazifelerimizi aksatmamak şartıyla maddi anlamda da zengin olmak için, çalışmaya karşı çıkmıyor. Zaten zenginlik, insanın talep ve çabasının “garanti” bir sonucu da değil. Kişinin, kazandığından ziyade ona verilen, “emanet” bahşedilmiş bir imkândır!

- Kur’an-ı Kerim’de:
 “(Cenab-ı Hak) rızkı dilediğine genişletir, dilediği için de daraltır.” (Sebe, 36) buyuruluyor.
"- İnsanın gönlünü çeken kadınlar, oğullar, kilolarla altın ve gümüşler, nişanlı atlar, davarlar, ekinler sevgisi insanlara hoş gösterildi. İşte bunlar dünya hayatında istifade edilecek şeylerdir. Asıl barınılacak yer Allah nezdindedir." (Âli İmrân, 3/14).
" ALLAH-u Teâlâ’nın rızık vermediği, bir canlı yoktur." (Hûd, 6)
" Birçok canlı, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını ALLAH verir." (Ankebût, 60)
" Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır."(İsrâ, 30)
" ALLAH’ın kimine çok, kimine az rızık verdiğini çok kimse bilmez." (Sebe’ 36)
" ALLAH-tan korkan'a ummadığı yerden rızık gelir." (Talâk, 2,3)
"- ALLAH'ın nimetlerini saymaya kalkarsanız, onların sonunu getiremezsiniz. ALLAH, gerçekten Gafûr ve Rahîm'dir. (Nahıl,18)
-De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi "paylaşarak" infak ederseniz, (ALLAH),onun yerine bir başka yenisini verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe,39)

Maddi zenginlik tutkusunu ateşleyen diğer etkenlerden, mesela güç, iktidar ve hâkimiyet arzusunun gururu için de bir Müslümandan beklenen tevazu ile bağdaşmadığını yahut bu hırs ve tutkunun iticiliği ile dünyalıkta bizden ileride olanların özentisine kapılmaktan kaynaklandığını herhalde söylemeye gerek yok. Mesela, "falancaların varda, benim neden yok" gibi aşağılık duygusuna kapılmak gibi. Ama zengin olma arzusuna "geçim sıkıntısı" çektiklerini gerekçe gösterenlere tükettiklerimiz ihtiyaçların ne kadarı gerekli, ne kadarı gereksiz ihtiyaçtır, şöyle bir sorgulamasını kendi kendimize ellerimizi yüzümüze koyup ta, düşünerek gelin bir muhasebesini yapalım.

- Zengin mi üstün, Fakir mi?

Bu sorunun cevabını birlikte Hz. Ömer (R.a) ile Peygamber Efendimiz (s.a.v.) arasında ki, bizlere ibretlik olan güzel bir anı nakledilir:

- Hz. Ömer, (R.a.) bir gün sessizce Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in dinlenmekte olduğu odaya girer ve çevresine şöyle bir göz gezdirir.
Tavana asılmış kuru bir deri bir torbanın içinde bir kaç kg. arpa, duvara dayalı bir kaç ağaç yaprağı ve yerde Peygamberimiz (s.a.v.) in üzerinde uyumakta olduğu hurma lifinden örülmüş kaba bir hasır.
 Bu gördüğü manzara karşısında üzülüp ağlamaya başlayan Hz. Ömer'in hıçkırıkları O'nu uyandırır.
Sonra kalkınca, hasırın vücudunda iz yaptığı yerler de kan oturduğunu gören Hz. Ömer ise, üzüntüsünden omuzları ve başı sarsıla, sarsıla ağlamaya başlar.

 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayretle sorar.
- Ey Hattab Oğlu neden ağlıyorsun?
Hz. Ömer (R.a.):
-  Ey ALLAH'ın elçisi! İranlılar Kisralarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki, kâinatı yaratanın ALLAH’ın elçisisin.
 İzin ver, bizde seni.
Ne demek istediğini Resülullah (A.S)  Hz. Ömer’in sözünü hüzünlü bir tebessüm ve tatlı bir el işaretiyle keser ve ALLAH'ın kitabı Kur’an la ile cevap vererek şöyle der:

 "- Bu dünya hayatı bir eğlenceden ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke İnsanlar bilmiş olsalardı" (Ankebut - 64)
Ayetini okuduktan sonra devam ederek:
- İstemez misin Ey Ömer! "Dünya onların olsun; ahiret bizim...?"

Resülullah (Aleyhi ve Selam)  başka bir Hadis-i Şerifin de buyurur ki:
"- Kim emniyet ve afiyet içinde sabaha çıkar ve günlük yiyeceğine de sahip olursa, sanki bütün dünya kendisinin olmuş gibidir." (Tirmizî, İbnu Mace)


*Pek çok İslâm âlimi kitaplarında bir (fakirlik ve zenginlik) bahsi açarak bu iki halden hangisinin daha üstün olduğunu sorgulamış, hatta bu konuda çeşitli kitaplar yazanlar olmuştur.
Fakat bu hususta ki görüşler bugün ya servet düşmanlığını yahut israf ölçüsündeki lüks ve konforu meşrulaştırmak amacıyla istismar edilmekte, bağlamından koparıldığı için, ulemanın muradı hilafına yanlış anlamalara, kafa karışıklığına sebep olmaktadır.
Oysa zenginlik ve fakirlik birer “imtihan hali” dir. Bu ikisi bizatihi ne bütünüyle hayırdır, ne de şerdir. Nitekim insanın Allah katındaki statüsünü o kişinin zenginliği veya fakirliği belirlemez. Üstünlük takva iledir. Zengin de takva sahibi bir mümin olabilir, fakir de… Yani bu iki halden biriyle “hayatı boyunca “imtihan edilen kulun yaşayışı önemlidir. Onun içindir ki, zenginlik ve fakirlik karşılaştırmalarında ki “üstünlüğün en “iyisi” “zengin mi daha üstün, fakir mi” gibi değil, “İnsanlar arasındaki erdemliğe ve  Rabbi arasında ki takvaya ulaşmada, bunlardan hangisi kişiye kalıcı olarak daha hayırlı olanından avantaj sağlar” şeklinde değerlendirmek gerekir.
 Tasavvuf ehli, zenginlikteki tehlikelerin çokluğu gerekçesiyle “dünyalık fakirliği tercih etmiş; yani kulun takvaya ulaşmasında fakir halinin daha münasip olduğunu söylemişlerdir. Ancak onların kastettiği fakir bugünkü “fakirlik” anlayışından çok farklıdır.

*ALLAH-ü Teâlâ, Hadis- i Kutside buyurdu ki:
"- Kimisi ancak zengin olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o fakir olsa idi, (fakirliğe sabredemez) küfre girerdi. Kimi de ancak fakir olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o zengin olsaydı, (mal onu azdırır) küfre giderdi. Kimi de ancak sıhhatli olmakla imanını kurtarabilir. O hasta olsaydı, (hastalığa sabır edemeyip) küfre düşerdi. (Bunun için genelde Müslüman kulumun hakkında ne hayırlı ise onu veririm.)  (Hatib)
Diğer ki, hadisler de:
"- Her şeyin bir afeti vardır. Ümmetimin en büyük afeti, dünyaya, paraya gönül vermektir. İyi yolda harcayan hariç, mal toplayanın çoğunda hayır yoktur." (Deylemi)
“- Cahillikten daha şiddetli fakirlik, akıldan daha faydalı zenginlik, tefekkürden daha kıymetli ibadet yoktur.”  (İ. Neccar)
“- Fakirlik, dünyada kusur ise de, ahirette süstür.” (Deylemi)

*Şükür Etmek:

- Halkımızın arasında,  bazı kimselerin sitemli bir deyişi vardır:
Fazla ilden başka neyim var ki, neyime şükredeyim?
Âlemlerin sahibine sadece verdikleri için değil, vermedikleri için de teşekkür etmeliyiz; Çünkü bu gün sahip olduklarınızı dilerse yarın elimizden alabilir. Yahut bizim için bir şeyin olduğu veya olmadığı neticesinde, belki bizim için daha hayırlı olanıdır!
Gelmeden, geleceğin sonu ne kadar iyi ve kötü olacak bilemeyiz ki!

ALLAH-u Teâlâ buyurur ki:

"An dolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele !"
(Bakara,155)
"- Bana şükredin; sakın nankörlük etmeyin"(Bakara,152), "- Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı" (Bakara,29),
 "Yaratılan hiçbir şey yoktur ki, ALLAH'ı tesbih ve O'na hamd etmesin..."(İsra, 44)
"- An dolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım; eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir" (İbrahim,7)
Mealinde ki, ayetlerden bunları anlamak mümkündür.
ALLAH’ın Resulü (s.a.v.) buyurur ki:
-"İnsanlara teşekkür etmeyen kimse, ALAAH' a da şükür etmez.!" ( Sahihu Süneni't-Tirmizi (1592)

*Bedenimizde ki, Organların Şükrü:

1- Ellerin şükrü: Harama el uzatmamak, helal olan işleri tutup yapmak,
2- Dilin şükrü: Yalan, gıybet, iftira, fuhşu, küfür söz gibi kötü sözlerden uzak durmak, hayrı, iyiliği söylemek ve ALLAH-ü Teâlâ’yı anıp, övmek,
3- Gözlerin şükrü: Harama bakmamak, Müslümanların kusurlarını görmemek ve her şeye ibretle bakmak,
4- Kulakların şükrü: İyi, güzel sesler dinlemek, harama iteleyen kötü manalı, çalgı ve şarkıları dinlememek,  dedi, kodu yalan, iftira ve benzeri haram olan söylemleri duymamak,
5- Burnun şükrü: İnsan sağlığını tehdit eden, haram içecek ve yiyeceklerin pis kokularını koklamamak. Güzel, hoş kokulu helal olanları koklamak,
6- Ayakların şükrü: Kumarhane, meyhane, genel evler gibi kötü olan yerlere gitmemek, camiye ve “kendisinden maddi ve manevi zarar gelmeyen” akrabaları, diğer Salih ve takva sahibi mübarek dost zatları ziyarete gitmek,
7- Fercin( cinsiyet organı) şükrü: Zinadan, liva tadan (homoseksüel) uzak durmak, helali olan nikâhlı eşle beraber olmak,
8- Midenin şükrü: Mideye haram lokma ve içecek sokmamak, helal nimetler den yiyip içmek,
9- Kalbin şükrü: Kibir, egoist, suizan, öfke, riya, kin, haset, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplanmaktan korkmamak, övünmek gibi şeylerden kaçınmak; ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, merhamet, mürüvvet, hüsnü zan etmek gibi güzel vasıflara sahip olmak, yani kötü sıfatlardan kurtulup güzel ahlak edinmektir. Beden ve Ruh sağlığımı canlı tutan ve bütün nimetlerinden, faydalandığımızın sahibi tek bir olan,  yüce yaratıcı “Halik-ı Zül celal” olan ALLAH’tan bilip, hayatını rızasına uygun İmanla, takva içinde Müslüman bir kul olarak yaşamaya çalışmaktır.
10- Bedenin şükrü: Oruç tutmak ve Namaz kılmaktır.
 (Mali zenginliğin şükrü: Zekât ve fitre-i sadakasını yardıma muhtaç kimselere (nispeti kadar) verip paylaşmaktır.)

-Bazı Hak dostlarına “Şükür nedir” diye sorulduğunda; “ALLAH’ın verdiği nimetlerine karşı O’na isyan etmemektir” şeklinde özetle cevap vermişlerdir. ( Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b.Ahmed, El-Câmiu li Ahkâmi-l Kur’an )


*Makbul Olan Gerçek Zenginlik:
- Zenginliği kısaca "ihtiyaçtan fazla mal veya servete sahip olma hali" diye tanımlayabiliriz. Fakat lüks, modern anlayışın "beşerî ihtiyaçlar sınırsızdır" kabulüne sorgusuz sualsiz katılıyorsanız eğer, bu tarif, zenginliği hep peşinden koşulması gereken ama asla ulaşılamayacak bir hayal halin peşine gidiyor! İşte dinimiz, asıl olan asgari ölçüleri belli bir zenginlikten saymıyor; çünkü böyle bir ideallerimizi hırsla hayalin arzusu peşinde ömrümüzü zayi eylemekten uyarıp bizi sakındırıyor. İslam, aç gözlülükle, çoğaltma hırsına maddiyatın kulu olmadan çalışmayı, rızkımızı aramayı, "namuslu çalışarak" kendi emeğimizle helalinden kazanmayı emrediyor. İhtiyaçlarımıza bir sınır koyuyor ve ihtiyaç fazlasını başkaları ile "az, çok" demeden kendi halince paylaşmayı bizlerden istiyor. Yani bizlerden gönül zenginliği isteniliyor.
İnsanoğlun tamahkârlığı: Temel ihtiyaçların ötesini aşan sınırın sonu yoktur!

-   Ataların bir sözü vardır: Aç gönlün gözünü, ancak bir avuç kara toprak doyurur.

Bu nedenledir ki, cümle yaratılanların Sultanı olan Hz. Peygamber (s.a.v.)  bizleri ikaz sadedinde:
 "- Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi dolusu servet daha ister.” buyuruyor! İslâm zenginliğe bir üst sınır koymasa da insanın “karnını toprak doldurmadan”, dünyanın sayısız vadilerinin sınırsızlık veya ölçüsüzlüğünde kaybolmaması için, ALLAH-u Teâlâ Kerim kitabın da buyurur ki:
" Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki:
Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaç fazlasını" de. ALLAH size âyetleri böyle açıklar ki, düşünüp anlarsınız!"(Bakara, 219)
- Âlemlerin Rabbi, Kur'an da ki, mesajı ile bizlere ihtiyaç fazlasının infak edilmesini istiyor!

-Diğer bir Hadis-i Şerifte:
“- İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.” (Kudai)
 Bazı âlimlerimiz, toplumda zaruret içinde yaşayanlar varsa, “ihtiyaç fazlasını infak”ın tavsiye olmaktan çıkıp harcamanın israf kazanacağına, ihtiyaç fazlasının infak yerine lüks ve konfor içinde yaşamın haram olacağına hükmetmişlerdir!
Eğer zengin isek, ALLAH’ (c.c.) ın bizlere verdiği nimetlerden ihtiyaç fazlasını “gerçek” yardıma muhtaç kimselere vermeliyiz.
Bir toplumu, sağlam güçlü Millet yapan, sosyal dayanışma bağlarını oluşturan ana bağı (infak) birbirleri ile varlığından ihtiyaç fazlasını kardeşçe paylaşmasıdır.

-Hani, bir Atasözümüz var: "Cennetin kapısını cömertler açar."

*Kanaatkâr,(Gönül zengini) Olmak:

*Hz. Peygamber (s.a.v.), rızık ve kâinatı ve kâinatın neticesini şu veciz hadis ifadeleri ile özetlemiştir:
"Kanaatkâr ol ki, insanların ALLAH'a en çok şükredeni olasın." (İbn Mâce, Zühd, 24).
"- Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Asıl zenginlik, gönlün zengin olmasıdır." (Buharî, Müslim, Tirmizî)
" Siz ALLAH'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı; sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." (Tirmizi, Zühd 33, (2345).
" ALLA-ü Teâlâ, mü’minin rızkını ummadığı yerden verir." (İ.Hibbân)
" Rızık için üzülme; takdir edilen (ezelde ayrılmış olan) rızık seni bulur."(İsfehânî)
" ALLAH’tan korkun, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Fakat kötü sebeplere yaklaşmayın!  Dünyada hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez." (Hakîm)
" Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder. Rızık için sıkıntı çekerseniz, (haddi aşmayın) ALLAH' ın emrine uygun hareket edin." (Taberânî)
" ALLAH (c.c) korkusunu sermaye edinen kişi, rızkına ticaret siz ve sermayesiz kavuşur." (Taberânî)

- Kanaatin, bitmez tükenmez bir hazine olduğunu, belirten Hz. Peygamber efendimiz (a.s.m.) hep şöyle dua edermiş:
" Ya Rab, verdiğin rızıkla beni kanaatkâr kıl ve rızkı benim için, hayırla mübarek eyle." (Keşfü'l-Hafâ, II / 151).
"- Ne kadar yoksul ve aç olursa olsun, kânaat sahibi zengindir." (Hz. Ali Kerremmullahi veçhe)

- Sa'd bin Ebi Vakkâs  (R.A.) oğluna şöyle nasihat etmiştir:
"Oğlum! Zenginlik istediğin zaman, onunla beraber kanaat de iste; çünkü kanaati olmayanı servet zengin etmez."

"- Rızkın ne ise ona kavuşursun, hiç üzülme. Kul kanaat sahibi olduğu zaman hürdür; hırsa kapıldığında birilerine köle olur. Kalbinden tamahı çıkar ki, ayaklarındaki zincir çözülsün.
(Ahmed er-Rufâî, Kadessallahu sırraahul Aziz)
 “- Dünyayı ahirete tercih eden, üç şeye maruz kalır. Üzüntüsü hiç eksilmez. Zenginlikteki refahı göremez, hep fakirlik sıkıntısı çeker. Doymayan bir hırsa tutulup öyle meşgul olur ki, hiç bir zaman boş vakti bulunmaz.” (R.Nasıhin)
Doyumsuzluk, gerçek fakirlik olup, bundan kurtulmanın çaresi:
Her şeyi bir ölçüye göre ayarlayan, âlemlerin Rabbi olan ALLAH’a tevekkül eyleyip, rızası ilahi emrine uyarak, gücü nispettin de (çevresine yük olmadan) hayırlı işler de çalışmalı ve kendisine takdim olan rızkına razı olup, İman dolu gönül huzuru ile mutlu bir hayat içinde ömür sürdürmeye gayret etmelidir.
“- Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışın!” (İbni Asakir)

“- Hayırlınız, ahiret için dünyasını, dünya için ahiretini terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.” (Deylemi)

*Zenginlik ve Fakirlik Kader mi?

- Bizlere bütün kâinatın yegâne sahibi olan, ALLAH-u Teâlâ İlahi nizamına dair “zengin ve fakirliği”  yüce kitabında buyurur ki:
“- Rabbinin rahmetini yoksa onlar mı bölüştürüyorlar? Hayır, nasıl ki, bu dünyada geçim araçlarını onlar arasında paylaştıran ve onların bazısını başkalarına yardım etmeleri için diğerlerine ast, üst çıkaran biziz; aynı şekilde, dilediğimize manevî bağışlarda bulunan da biziz): Rabbinin bu rahmeti, onların yığabilecekleri bütün (dünyevî servetler)den daha hayırlıdır.”(Zuhruf,32)
Çünkü herşeye Kadir olan ALLAH -u (Azze ve Celle) yarattığı her nesneyi bir ölçü dairesin de muntazam nizamla yaratmıştır?

ALLAh(c.c) Evrende ki, yarattığı her varlığı belirli bir ölçü içinde, özenle yaratmıştır. Bu nedenle Hakim olan ALLAH, yarattığı  tüm varlıklarda kusursuz uyum ve denge unsuru vardır!

*Bu konudaki, ayetlerden bazıları şöyledir:
"... Her şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen Allah'tır" (Furkan suresi, 2)
"...Onun katında her şey bir ölçü (miktar ) iledir.(Rad suresi, ayet 8)
" Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık" (Kamer suresi, ayet 49)

*Bizler İnsanoğlu olarak hangi, zenginliği isteriz?

-Hz. Musa (A.S.) devrinde yaşanmış bir kıssa da şöyle bir hikaye geçer:

Hz. Musa Kelamullah, kendi kavminden bir aile ALLAH (C.C.) her gün dua ederek zenginlik isterler.
Cenab-ı Hak ta Resulü Musa (A.S.) vahiyle bildirir ki:
“Var git onlara sor bakayım, 30. Senelik ömürleri var; bunun yarısı fakirlik le, diğer yarısı da zenginlikle geçirecekler; Fakat zenginliği mi, yoksa fakirliği mi, hangisini önce istiyorlarsa ben onu önce vereyim der. Git onlara sor, iyi düşünüp kararlarını versinler.”  
Hz.Musa (AS.) varıp ALLAH-u Teâlâ’nın dediğini (zenginlik isteyen) bu aileye aynen iletir.
Karı, Koca aralarında düşünüp taşınmaya bir karar vermeye başlarlar.
Erkek der ki:
“-Hanım iler ki, yıllarda daha yaşlanacağız ALLAH-tan önce biz fakirlik isteyelim de,
yaşlanınca zenginliğimiz ile rahat ederiz.” Der.
Kadın:
“-Bey, önce biz zenginliği isteyelim diye beyine baskı yapar.
Olurdu, olmazdı tartışırlarken, kendi aralarında şöyle bir fikir birliğine varırlar:
ALLAH-u Teâlâ, bize vereceği her nimetin yarsını (şükür amacı ile) yoksullar la paylaşalım diye ortak güzel bir karara varırlar.
Bir zaman sonra Musa (A.S.) yanlarına gelerek,
-Ne oldu bir karar verebildiniz mi der?
Onlarda,"evet Ya Musa biz kararımızı verdik; Hak Teâlâ önce bize zenginlik versin derler.
Aradan 15. yıl dolar; bu zamana kadar bitmesi gereken varlıkları bir kat daha artmış olur.
Devamın da aradan geçen zaman 20,30 yıl'a ulaşır; fakat servetleri ve ömürleri devam ederek daha da bereketlenmiş olur…

***
- Fakirliği ve zenginliği istediğine veren Cenâb-ı Hakk'tır. Bu fani dünya da herkes şöyle veya böyle birer imtihandan geçmektedir. Önemli olan imtihanın şekli değil, sonucudur. Bize düşen görev, hayırlısı ile bu günümüzün fırsatlarını değerlendirip yarınımızı kazanmaya çalışmaktır.

Hayatta, hepimize lazım olan bunlardan en önemli, olmazsa, olmaz olan varlığımız dünya nimetlerinin en değerlisi “ister fakir, ister zengin olalım” beden ve Ruh sağlığımızın yerinde olmasıdır! Asıl olan zenginlik işte budur; çünkü diğer geri kalanı teferruattan ibarettir…

Halik-ı Zülcelal, Cümle âlemin gerçek "Gani ve Kerem" sahibi O’ iken ve sayısız nimetlerini kendisine İman eden veyahut inkâr edenler olsun, arasında hiç ayrım yapmadan evrenin çeşitli yerlerin de (kullarını misafir olarak) barındırırken,
bizlere dünya da geçici olarak verilen, varlık ve yoksulluğumuza bakıp da “ben zenginim, ben fakirim” diye alınıp üzülmenin veya sevinmenin aklen ne kadar geçerli anlamı vardır?..

Gelmiş, geçmiş İnsanlığın efendisi Nebi (A.S.) duasında buyurduğu gibi:
Yarabbi… Yarın huzurunda hesabını veremeyeceğim zenginliğin ve fakirliğin fitnesinden sana sığınırım. Bizleri sana iman edip zikreden, şükreden kul olarak dosdoğru yola ilet; bizleri dünya da ve ahirette iyilik ve güzellikler ver.  Amin…

Selam ve Dua ile…
Hazırlayıp düzenleyen: Aydın Suyak
04.05.2015