31 Ocak 2017 Salı

Yaşam Korku ve Ümit Arasında


-Korku:
Hayatta karşılaştığımız ve hiç karşılaşmadığımız olayların gelebilecek boyutundan endişe ile çekindiğimiz olumsuz doğan sonuçlardır. Örneğin, günlük beklentilerimizde ya şöylemi olur veya böylemi olacak gibi, meraka kapıldığımız hislerin bize getirdiği sıkıcı kaygılarıdır. Bunun telaşı içerisinde, acep önlem olarak ne hazırlayıp ta, neler yapa biliriz ki çabasına düşeriz. Ya başarılı olamazsak, o’ zaman ne olacak biz ne yapacağız… Gibi içimizdeki kaygı, korku düşüncesinin çağrıştırdığı kuruntu vesveseleri dalga, dalga içimizi sarar! İnsanı sevk ve idare eden, Akıl gücümüz “paniğe kapılmadan” zamanın da ve yerinde korkuların üstesinden gelmek için, faydalı iyi bir şekilde kullana bilirsek, o’ zaman durumu kendi lehimize çevirmenin başarı kulpunu elde etmiş oluruz. Yoksa olayların akabinde, paniğin yarattığı baskıya esir olursak, şok’a gireriz! Buda kendimizden geçerek, kendimizi birilerine mağdurluktan yardımına muhtaç pozisyona düşürürüz. Herkesin her yerde başarılı ola bilmesi için, O’ an ki, tehlikenin kendilerine yaklaştığı pozisyona bağlı. Şayet önceden fark ederse, kişi karşı savunma önlemini ruhen psikolojik refleksle yoğunlaşarak ön hazırlık yapar. Fakat ansızın haberi olmaz veya engelleme imkanı da yoksa, “ALLÂH korusun” tehlikenin tahribatına ister istemez katlanmak zorunda kalır!
Akıl idaresini, soğukkanlılıkla güzel kullanan kişiler birçok tehlikeler karşısında, kendilerini iyi kontrol ederler ve olayın neticesinden en azami zararla kurtulup sıyrılmasını aklen bilenlerdir. Herkesin yaşadığı veya bildiği anımsayan hatıralarında korkuyu atlattığı ve atlatamadığı türlü, türlü örnek dolu anekdotları mutlaka bulunur. Bizler milletçe, korkarsak eğer, bir ALLÂH'tan ve bir de, gözümüzün görmediği tehlikeden korkarız.
-“ALLÂH, bur da ve ötede üstesinden gelemeyeceğimiz korkuları “bizler de deneyip” yaşatmasın.”

-Risk almak:
Hayatta kazanmak amacı ile elde edebileceğimiz unsurlar için, ”bu bir mali veya manevi” kazanımlar olabilir; çünkü hiç fark etmez. Yüzleşeceğimiz tüm olumsuzlukları göz önün de bulundurmalıyız. Hayal ettiğimiz beklentiler boşa çıka bilir; amma hesap edip nihayeti umduğumuz gibide olabilir! Moralden hezeyana uğramamak için, her türlü sonuçlara kendimizi hazırlamalıyız. Ulaşacağımız hedefe, az çok cesaret göstermeden risk alınmaz! Riske girmenin de belirli şartları vardır; alt yapısı Akıl, cesaret, maddi ve manevi bireysel ve toplumsal dayanışma imkânlarıyla olur. Yoksa “dereyi görmeden paçayı sıvamaya benzer; çünkü kuru kuruya yavan akıl ile girişimde bulunmak çılgınlıktır. Öyle ki, sonucu kendisine ve çevresine telafisi zor olan imkânsız neticelere kadar götürür! Bunun önemini bizler, bireysel ve toplumsal olarak geçmişimizdeki canlı yaşanan olaylar sevinç ve acı anılarla doludur.
Kâinatımızı idareyle kollayıp gözen sahibinin buyurduğu gibi: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (Bakara-195.)
-“Başarı elde etmenin yarısı tedbir ile risk almaktır; bunun tecrübesini İnsanlık âlemi zarar ve kârını birebir yaşayarak görüp ders almıştır. Yabancıların söylediği cesaretimizle ilgili bizim milletimiz için, korku adına bir deyimi var; bilenler hatırlar: "Türk gibi cesaretli" sözlerini tarihle birlikte şahit olarak teyit etmişlerdir.

-Ümit:
Yüce yaratıcı, yarattığı her canlıyı hayata tutunması için, “kendi fıtratına göre” yaşama sevinciyle birlikte amaç edinmeyi öğretmiştir. Ümidin de gaye olmayan birileri, yarısı ölü gibi negatif bir hayat yaşar. Bu da, hem kendisine olumsuz onca zararla, hem çevresin de sorumsuz bazı sıkıntılı yükler getirir! Hayatta kaldığımız sürece, “her birimiz” yaşamı kendimize ve topluma kolaylaştırmanın yollarını durmadan, bıkmadan çözümünü bulup, kimselerin huzurunu bozmadan kalan ömrümüzü her yönü ile sağlıklı, huzurlu, sorunsuz, güzel umutlarla geçinmenin ideali içinde olmalıyız. Bu koca dünya hepimizin kimse, kimsenin ümitlerini boşa çıkarması, hem kendine ve hem ötekine uzun süreli bir vade de yarar sağlamaz! Hani menşur bir Atasözümüz var ya? “Alma kimsenin ahını, çıkar aheste, aheste!” Onun için, güzelim dünyamızı zehir etmeyelim; bırakalım herkes kendi dünyasın da, hayalindeki ümitlerle birlikte “sonuncuna katlanarak” doya, doya tadarak yaşasın; ümitler olmasa idi, her bir varlığın yaşama azim, çabası olmazdı! Hayat hayal kurdukça renklenir, görüp yaşandıkça, acı, tatlı apayrı heyecana dönüşür! Çünkü heyecan verip almayan kişiler, kendini mutsuz ettiği gibi, başkalarını da mutsuz eder. ALLÂH göstermesin onlarla birlikte, haydi yaşa, yaşaya bilirsen?!.. Ne yazık ki, böyle duruma hiç kimse zaman gelir dönerde, ümitsizce çaresiz, mutsuz duruma düşmeyecek diye, kimsenin hiçbir an garantisi yoktur! Çünkü fani âlemde kimisi Fakir, Zengin, Cahil, Âlim, Yönetici, İşçi, Dertli, dertsiz, vb. dünyalık makam ve mevki özel şahsiyetler sanmayın; kimseye hayatta ebedi kalıcı değildir!..
-"Milletçe ümitle yaşamak, inancımız olan kültürümüzün içinde; şartlar ne olursa olsun, ümitsizliğin bizlerde yeri yoktur."

Korkularımızı yenmenin teminatı riskler olduğu gibi, ümitle yaşamanın çaresi de, hayatı gerçekliği ile görüp karamsarlığa düşmeden, “İnançla Hakk’a” dayanıp güvenerek ve onun merhameti ile herkesi sevip, sayarak kendimizi samimi mantıkça iyi tanıyıp, her halimize şükredip olduğu gibi kabullenerek, hayattan zevk almaya bakmalıyız. Yoksa hayatımızı, farklı gözlüklerle seyredip hayalperest düşlerle, ne oldum delisi havalarında gezip olmadık “Kaf” dağında uçarsak, bir gün gelir de, Felek yere bir indirirse, O’zaman hayat nedir! Ne değildir? Anladığımızda, geçirdiğimiz şok kavaktan falan düşmeye hiç benzemez! Yaşam korku ve ümit arasında, acı tatlı süprizler dolu geçen enterasan süreçtir.İnsanlık âlemin büyükleri, yaşadığı hayatlarını gerçekçi bir anlayışla bakarak, hayat ömürlerini korku ve ümit arasında ki denge düzenini iyi sağlayıp hem kendileri mutlu yaşamış; hem gelecek nesillere menkıbeleri ile güzel örnek olacak biçimde isimlerini ölümsüzle tip yaşatmışlardır.
-“Rabbim…Ahir ve akıbetimizi hayır eyleye... İnşe-ALLÂH gönlünüzdeki, yaşam sevincin ümitleri hiç kimsede eksilmesin; her şey gönlünüzce hoş olsun.” Selam ve selametle…

31.01.2017
Makale: Aydın Suyak

 

 

 

 

 

 

 

 

18 Ocak 2017 Çarşamba

Bizlere Her Yer Kerbelâ...


Neden Kerbelâ:
Tarihe ismi geçen olayı çoğumuz az, çok bir yerlerden duymuştur. Özetle, Irak ta bulunan Halife Muaviye vefat edince, yerine hanedanlık hırsına kapılan oğlu Yezit geçer ve hemen ardından bütün İslâm şehirlerin valilerini kendisine biat etmesini “Emir mahiyetinde” haber salarak her birini tehdit ederek muhtıralı mektuplar gönderir. Bu olayı Hz. Hüseyin (Ra.) Efendimize de irtihal edilerek sizlerin de yezide biat etmenizi haber etmiş derler. Bu esnada başka Irak şehri olan Küfe valiliğinde Hz. Hüseyin Efendimiz yanlarına çağırarak, “sen bizlerin yanına gel; buranın valisi ol ve hepimiz seni Halife bilelim derler. O’ zamanın ileri gelenleri, durumun için de farklı oyunlar döneceğini sezdikleri için, ”Ey Hüseyin gel sen onların yanına gitme!” Derlerse de, Hüseyin efendimizin “Ben kaderimi yaşayacağım ”der ve kararından vaz geçiremezler. Çünkü Muaviye oğlu Yezit, babasından kalan saltanatın “halifelik adı altında” yabancı Zalim Kral, hükümdarlar gibi, önceki İslâm devletini idare eden Halife efendilerimizin Devlet yönetim geleneğinden çok uzak bir biçimde, hanedanlık kurmak istediğini iyi bildiği için, Hüseyin Efendimiz kararında asla vaz geçmez ve Küfeye gider. Fakat Hüseyin efendimizin aslında, liderlik diye bir amacı yoktu. Yezit ‘in bin kişilik ordusu kaşısın da, yanlarında kendi yakınlarından oluşan Aile akrabaları ile yetmiş iki kişilik hepsi bir gruptan oluşuyorlardı ve birkaç yakını hariç hepsini “ Kerbelâ” denen beldede vahşice Kadın, Çocuk, Yaşlı demeden, Hüseyin efendimizin taraftarlarını çölde abluka içine alarak, onları acı bir şekilde zalimce, perdey pey Şehit ederler.
-Yakın tarihteki, benzeri “Kerbelâ” olayları:

Dünya üzerinde ne kadar Müslüman varsa, her bir topluluğun bulundukları yerel devletlerin “yanlış algılarla,” İslâm düşmanlığı yaparak, kendi öz vatandaşlarını sırf Müslümansın diye, acımasız zulümlerle, ötelenip baskı altına alarak etnik bir temizleme politikası yürütüyorlar! Bu nedenle bizde diyoruz ki, “Bizlere her yer Kerbelâ”  çünkü içimizdeki, Yezidin tohumundan süre gelen bu, Müslüman görünümlüler yüz yılı geçkindir; kurmuş oldukları yerleşik düzen içindeki illegal terör örgütler ile iş birliği yaparak, bizim Müslüman vatandaşlarımızın iki bin yıllarından evvel geçmiş yakın tarihi bilenler, ne çileler çektiğimizi hatırlarlar… Günümüzün Kerbelâsı haline getirilen, yanı başımıza da ki, Orta doğuyu mu desek, Afrika’yı mı desek, orta Asya da Afganistan, Pakistan, Hindistan mı desek, Uzak doğuda, Miayammer, Cin, Doğu Türkistan, Moğolistan. Kuzeyde, Rus ya ve yandaşı olan Türki Cumhuriyetlerin içinde ki Komünist kökenli, Devlet yöneticilerin kendi Müslüman halkına yaptığı baskıyı mı desek… Yoksa Batı ve A.B.D ülkelerindeki, tek suçları Müslüman olmalarından dolayı, kendi devletleri ve ırkçı despot halk kesimleri tarafından, ikinci, üçüncü sınıf İnsan muamelesi görerek aşağılanan ve fırsat buldukları yerlerde tartaklanıp öldürün Müslümanlarımı desek! Acep daha hangi birini saysak?…
Dünya coğrafyasındaki her yerde, mazlum Müslümanların akan gözyaşı ve kanları var!.. Bunların suçluları ilk görünüşte, bağlı bulundukları yerel Devlet ve dini otoriterlerin ileri gelenler ve İslâmi fobi düşmanlığı yapan kitleler görünse de asıl olan mesele, Müslümanların başıbozuk; her biri bir yerde, bölük pörçük ve gerçek İslâm’ı temsil etmeyen, Devlet iradesindeki dışa bağımlı ve saltanat düşkünü liderlerin oluşundan kaynaklanıyor. “Zayıf olanlar her zalimin karşısın da, ezilip eriyerek yok olmaya “ maalesef her zaman ve her yer de” mahkûmdur!”
-İslam’ın evvelki tarihi aslında, nice tekerrür eden Kerbelâları anlatıyor:

Uzak tarihin geçmişin de, hep böyle süre gelen örnek olaylarla doludur; güçlü olanlar zayıf olanları ezip tarihten yok etmeye çalışmışlardır! İslâm tarihimize biraz geri dönüp şöyle bir kısadan ibretle bakmış olursak, bütün Peygamberler (As.) ümmeti ile birlikte yaşadığı devirlerde, hep bir kısım karşıt görüşlü hükümdarlar ve toplumlarla “istemeyerek ”zaman, zaman çatışmışlardır. İnsanoğlu çoğu yaşadığı beldelerde, Peygamber (As.) ve onlara bağlı “O’ zamanın” Müslümanlarını, ne eziyetler göstererek işkenceler sonrasın da O’ Mübarekleri” zalimce katletmişlerdir. Maalesef… Olayların geçmişteki görünmeyen gerçek yüzünü Tarih böyle anlatıyor. İşin tuhaf yanı ne hikmetse, genelde en vahim olaylar, Peygamberlerin (As.) ve Mübarek zatların bir zamanlar yaşadığı coğrafyalar üzerinde yoğunluk oluşuyor; şimdiki günümüzde, bir başka çeşidi ile aynısı tekerrür ediyor. Mazlum İnsanların dostu (dinli, dinsiz olması fark etmez) yalnız Cenab-ı ALLÂH’ tır! Bu mazlum insanların ahı, bu zamana kadar hiçbir zaman yerde kalmamış; O’ zalimler enenin de, sonunda bu dünyada kısmen de olsa; mutlaka ibreti âlem için cezalarını Kadir Mevlâ’m vermiştir! Bu nedenle anlaşılıyor ki, garip Müslümanların ahını alan zalimler yaşadığı topraklar üzerinde lanetleyici bir tesiri kalmış ki, buralarda yaşayan toplumlar tarih boyu devamlılığını sürdürüp te huzur bulamamıştır! En iyi dönemini de, bu coğrafya hakları Osmanlı zamanında biraz huzur içinde yaşamışlardır.
-Neticede:
Olayların sonu, hangi ülkelerin durumu nereye varır. Hangi devletler tarihten “eskiden olduğu gibi” bir şekilde yok olup gider. Çünkü cahil aklımla ben, orasını hiç bilemem de; fakat bizler açısından (doğruysa eğer) rivayet edildiğine göre, Hz. Hüseyin Efendimiz Kerbelâ da, Yezidin zalimleri ile çarpışırken, yaşanan olayları duyup gelen O’ zaman ki bir Müslüman Türk soydaşımız, Hüseyin efendimizin yanına gelerek der ki:  "Efendim sizlerin bu maruz kaldığınız zalimliğin karşısında ben âcizane size nasıl yardımcı olabilirim? İster seniz size yardım çağırayım, benden bir isteğiniz var mı? Der.” O’ Mübarek te, “sen kimsin, hangi kavimdensin?” Diye sorar, bizim soydaşımız kendisinin bir Türk olduğunu söyler. O’ zaman Mübarekte derki: “Ben burada kanımın son damlasına kadar bu zalimlerle çarpışacağım; sen benim şu en küçük iki oğullarımı buradan al, emin birilerinin yanına götür” der ve O’ Türk’e hayır dualar eder: ”ALLÂH sizleri Kıyâmet' e kadar muzaffer eylesin” der. Bu rivayete istinaden “Rabbim izin verirse,” ama az, ama çok bizler bir Millet olarak Dünya durdukça, Kıyâmet'e kadar varlığımızın devam edeceğine inanıyorum. Bütün âlemlerdeki her şeyi yaratan Rabbimizin koymuş olduğu İlâhi düzeni,  bizler insanoğlu olarak tavsiye ettiği yaşam şeklini kendimize göre çeşitli bahanelerle değiştirmeye çalışırsak, “bizlere her yer Kerbelâ” olur! Başımıza gelebilecek olayların şahidi olan tarihten bir tecrübe almazsak eğer, şüphesiz bizlerinde sonu onlar gibi ola bileceği farksızdır!
Yezidiler var oldukça, Hüseyinlerde, “ALLÂH’ın izni ile kıyâmete kadar var olacak; bundan hiç kimsenin endişesi olmasın! Çünkü yarınların bizim olacağını unutup da, asla ümitsiz olmayız! Çünkü zaman gelecek ki, ALLÂH nurunu (İslâm’ı) Dünya üzerinde” Kıyâmet kopmadan "buyurduğu gibi," tamamlayacak ve sonuç ta, kazanan İslâm Ümmeti olacak. Bu gerçeği araştıran, birçok çeşitli dinlere mensup yüksek Din âlimleri, Kur’an’ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere dayanarak birlikte açıklıyorlar.
“ Cenab-ı ALLÂH… Devletimizi, milletimizi Kıyâmet' e kadar baki ve bizlerin Ümmet olarak akıbetimizi hayır eylesin.” Âmin…

(18.01.2017)
Makale: Aydın Suyak  

 


16 Ocak 2017 Pazartesi

DESİNLER’LE YAŞIYORUZ ?

Son birkaç yüzyıldır, fantastik yabancı Batı ve müttefik Milletlerin kültürel işgallerinin sinsi baskısı altında, halkımıza görsel ve yazılı basın yayın kurumlarını elinde bulunduran ve Devletin Yayın organ kanalları başta bunlara Kültürel propaganda zemini hazırlayarak halkımızın Milli ve Manevi değerlerden, koparılarak “maalesef” uzaklaştırıldık!

-Bunun açık örneğini sırayla, önce büyük şehirlerden başlayalım:
Neymiş Efendim, İstanbul, Ankara gibi, büyük şehirlerin halkı şöyle giyiniyor, şöyle düğün dernekli eğleniyor. Vb… Bu Metropol, Mega şehirlerde yaşayan başta yabancı uyruklu ve bunlara bağlı yine onların kültür ve inançlarını bizlere taşıdılar. Siyasi politik çevreler de kendi alanlarında, bu ecnebi, küfrün kültür ajanlığını yapan gayri Müslim TC. Kimlikli vatandaşlarımız kendi kültürlerini halkımıza çağdaşlık, modernlik, ideal kültürlü İnsan işte böyle olmalı; ”Bakın sizlerden falancalarda böyle yapıyorlar” vb. Diye kelime oyunları ile sempatik ve güzel çekici göstererek çeşitli aldatmaca oyunları ile bizlere yavaş, yavaş özendirerek örnek modelistliği ile bizlerin gelenek ve göreneklerimizi bozdular.

-Kasabalarda ki, yabancı kültür özentiliği:
Büyük şehirlerin zengin ve yabancı kültürün Örf, adet hayranlarını kendilerince, örnek alarak kendi çevrelerine, sosyal, modern ve kültürlü gösterme egosuna kapılarak her varıp bulundukları toplum ortamlarında, kendilerini üstün gösterme çabalarına düştüler. Bunları gören başka çevreler de, “biz bunlardan gerimi kalacağız, onlardan nemiz eksik” gibi aşağılık duygu kompleksine kapılarak “bize ne derler” diyen öteki zavallılar da, bu çevrelere ayak uydurmaya koyuldular.
-Köylerde ki, sosyetik modernleşme hayranlığı:
Köylü vatandaşım, Şehir’ e alışverişe veya davet üzere birilerinin toplandığı bir katılama gidiyorlar. Bakıyorlar ki, oradaki yakınları başka değişik bir eğlence veya oturumun içinde kendilerini yabancı hissetmemek için, onlara mecburen ayak uydurmaya çalışıyorlar. “Buradaki kimseler, bizleri hor görerek, Akrabalığımız, Dostluğumuz, Arkadaşlığımız devam edip kopmasın da bizleri dışlamasın.” Diye ister istemez kendilerine yabancı olan bu rezil, acayip davete katılıyorlar. Bir iki derken, bu tür katılımlarda ki yabancı adetlere kendileri de, başta kadınları ve gençleri kendilerine ısrarlı ve tepkili zorlamaları karşısında aile büyükleri sesiz kalarak köylümüz milli ve manevi kültürümüze bilmeyerek dışlayarak yabancı hainler gibi, en saf olan köylümüz bile öz kültürüne sırtını döndüler. 

-Sonuçta:
Bu yenilikçiliğin içine, Moda adı altında, acayip farklılıklarını eğitip aşılayarak yerleştirdiler ve birbirimizin birlik beraberliğinin ana temeli kültürün toplumlar arasın da ki, Milli ve manevi bağları koparıp yozlaştırarak bizleri bölmeyi bayağı başardılar.
Bizler oysaki Avrupa’nın sanayi ve ilimi teknolojileri alacağımıza, bize hiç gerek olmayan hayat tarzlarını almaya çalıştık, çünkü bunlar kendilerine karşı bizlerin gelişmiş bir ülkenin toplumu olmamızı kesinlikle istemediler! “bak sizleri modern gelişmiş bir Millet yapacağız bizim size önerdiğimiz kanunlarımızı alın sizde bizim gibi yaşayın gelişmiş bir Devlet olursunuz”  Diye bizleri yıllarca, Avrupa birliği kapılarında, git gel oyaladılar! Hani Kardeşim! Avrupalı olduk mu? Olduk ta, kendimizi Kültürel anlamda değil” onların teknolojisi ile sanayimizi onlarla yarış edecek seviye geldik mi? Hayır! Kültürüne taklit ettiğimiz A.B.D.ve Avrupa ve diğer yabancı ülkelere çalışa, çalışa halen kölelikten kurtulup ta, gerçek bağımsız bir devletin milleti olduk mu ?... “Maalesef, ne yazık ki” bizlerde böylece, her geçen yıl hızla çevremizdeki toplumun fantezi, lüks yaşantısına ayak uyduracağız diye Aile ve toplum yaşantımızın temeli bozuldu! Fakirimiz zenginlerle hayat yarışarak hayat şartları ile boğuşuyoruz! Başkalarından geri kalmayalım gayreti ile “Desinler le yaşayarak” kendi, kedimizi tanınmaz bir hale de, gerçek gelenek sosyal yaşantı birlikteliğinden uzaklaşarak artık biz bizden ayrı yabancı olduk!...

16.01.2017Makale:
 Aydın Suyak

11 Ocak 2017 Çarşamba

Zaman Birlik Zamanı






Milletçe son yıllarda, yaşadığımız üstümüzde dönenen entrikaların, tahmin edilemeyecek kadar planlanmış, keşmekeş alçak sinsi dönen oyunların, acımasızca vahim kanlı olayları “maalesef birlikte” şahit oluyoruz! Nedeninin öğrenmek için, biraz geçmiş tarihimizi araştırıp işin aslını milletçe, öğrenmek lazım. Ecdadımızın, altı yüz yılı geçkin süren Osmanlı devletin içine sızmış olan, yabancı güçlerin Osmanlıyı nasıl yavaş, yavaş eritip yıkma projelerini eyleme koydular. Buna “O’ zamanlar” Şeytanın bile ne şekil kurgulayacağı aklının ucuna gelmezdi. Ne yazık ki, hain emellerinde ki sanoryo,1700. İle 1900. Tarihler arasın da, tâ o’ yıllardan beri aşama, aşama çıkardıkları terörü devlet ve milletin içinde ki azınlıkta olan halk ve çete gruplarını kullanarak devlete karşı asılsız algılarla kışkırttılar!  Devletin varlığını pasifleştirerek, dış ve iç düşman işbirlikçilerin çıkardıkları anarşik olaylarla, ayaklanmaların ardından bölünen Vatan coğrafyamızda ki, işgal ettikleri toprakları parsel, parsel parçalayarak tekrar ele geçirmelerinin sonucu, “Atatürk’ün başkumandanlığında”, Devletin ve Milletin yeniden var oluşun milli mücadelesine başladık. İşgalci Emperyalist güçleri, cepheden, cepheye püskürtülüp, Çanakkale ve İzmir le sonlanan kurtuluş savaşını, ALLÂH’ın ve şarkta ki Müslüman kardeş milletlerimizle hep beraber son bir çaba ile ”Elhamdülillah “Ümmetin tek umudu ve son Kalesi kalan” ülkemizi nispeten yeniden geri kazandık.
-“Osmanlıyı çökerten, O’ zamanın “Şimdiki Feto, paralel Devleti gibi,” İttihat-i Terakki cemiyeti adı altında toplanan, İttihat-i Osmaniye, İttihat-i Mason cemiyetleridir. Cumhuriyetin devamın da, İttihat-i Kemalist ve CHP vb. uzantıları gibi, bu dış güçlerin Maşa ve Piyon, Taşeron, Örgüt işbirlikçileri faaliyetlerini, devletin her konumuna kollarını uzatarak idare eden ve şimdiki yerleşik düzeni tâ O’ tarihten beri, devletin hükümet politikalarını şer güçlerin direktifi ile iradelerine ayak uydurmayan hükümeti indirip hükümetler kurmuşlardır"!..

-“Bizler yeni nesil olarak, “Atatürk ve öncesi Osmanlı” dönemini canlı yaşan bir Vatandaşı değiliz. Amma son yıllarda, açığa çıkaran vatansever araştırmacıların verdiği Tarihi gerçek bilgiler ile anlaşılmaktayız. Bundan böylece, artık bizler yavaş, yavaş yalan söyleyen satılmış tarihçilerin Tarihin aslının tekrar düzenlendiğini öğreniyoruz! Belli ki, yakın geçmiş tarihin aslını oynayıp tahrip edenler ” Bu Terakki uzantıları” bize kendilerini güya, Tarih önünde haklı çıkarma gayretleri ile bu gün ki, çarpıtılarak değiştirilen Tarihi, gelecek nesillerimizi aldatarak kendilerince, yeniden düzenleyip yazdıkları yalan tarihi, okullarda ders kitabı olarak ve basın yayın organları tarafın millete aval, aval dinlettiler!.. Yeni nesil gençliğe,  bu yalan tarihlerini öylesine aşılayıp inandırdılar ki; yetişen gençliğimize Ecdadına yakışmayan küfürlerle hakaret ettirme başarısını sağladılar. Bizde, o’ güruhlara buradan haykırıyoruz! Şanlı, Şerefli, yüce TARİHİMİZİ YALAN YAZAN HAİNLER UTANSIN !.. Geçmiş tarihini bilemeyen Millet, geleceğine sahip çıkamaz!"

Cumhuriyetin İlk yılların da, ön görülen devlet yönetimi İnkılapçı (dayatmalara karşı) başarılı gibi olsa da, Atatürk’ü son yıllarında, düzmece algılarla etkisizleştirip ve sonra, istedikleri kadroyu devletin başına geçirilen bunlar “halen tartışmalı” Kukla yöneticiler ülkeyi refaha ulaştıracağına, kurtuluş savaşı kazanmış bir milleti yoklukla ve siyasi çarpık politik yasalarla halkı sindirdiler. Her cephede, çarpışarak savaşıp kazandığımız devletimizi, bu düşman devletlerin içerideki İş birlikçileri tarafından halkı siyesi ve ekonomik baskı politikası altına soktular. Onlara karşı kazandığımız milli mücadele bağımsızlık savaşımızı, sessiz, sedasız gizli müttefik, işgalci dış güçlerden alınan melanet yasalarla, halka oligarşi bir yönetim anlayışları ile bizleri onlara bağımlı hale getirip yeniden “dokuz semte” muhtaç koyarak Köle ettirdiler. Yıllarca çok yönlü, sömürgelik (kapitalizm ve emperyalizm) düzenlerini sürdürme pahasına, mevcut hükümetleri silahlı güç olarak kullandığı Askeri cuntalar la gözdağı verip  "bakın devrim yaparız ha!" tehditleriyle, vesayet altına aldıkları devleti ve milletimizi tam istedikleri gibi, birlikte yönetmeyi anlaşıp devran sürdürmenin keyfini “bu günlere kadar” güle oynaya çıkarmaya baktılar.
Fakat kanaatlerine göre, ne zaman ki, tamam bu Türk Milletin de artık işi bitti;  zan edip varlığını yüz yıldır hazırladıkları planlarını icraata kalkıştıkları 15, Temmuz gecesi Türkiye’nin adını tarihten sileceklerdi! Fakat bilemediler ki, hesap edip plan kuranlarında, onlardan üstünü olan birisi vardır!” Cenab-ı ALLÂH Aziz milletime bir silkeleyiş ile kaldırıp, Osmanlı tokadını bir koyunca, yüz yıldır hesapladıkları oyun sabaha kalmadı “Elhamdülillah” bozuldu. Bakıp dinledik ki, bunlardan bir ses çıkacak mı? İç ve dış mihraklar şaşıp toparlanıp ta kendileri, “şoktan” bir hayli günlerdir aklı başına gelemediler!
Ve daha sonrası malum, geçmişte ve bugün ki, isimleri ne olursa olsun; karanlık şer odakları, akla gelip gelmeyecek her türlü taktikle, daha “açık kartla” iyiden iyiye oynayarak kendilerini gizlemenin artık bir işe yaramayacağını görüp anladır ve kurdukları Terör örgütlerini açıktan destekleyerek daha rahatça saldırmaya devam ediyorlar. O’ hainler anladı tamam da, şu içimizdeki, Vatansız, İmansız, Gedosu bozuklar, üst çirkef aklın korkusu ile yaşayanlar dipsizler, halen aymazlığa vurarak “Şerefsizce”  hainliklerini devam ediyorlar?!
Bunca gelişen olaylardan sonra, artık A. Parti, B. Partisi meselesi değil !.. Bu ideolojik siyaseti, Dini mezhepçiliği, Irkçılığı, bırakalım bu tür çekişmeler düşmanlarımızın, şimdiye kadar bizlere oynadıkları oyunun tuzaklarıdır; bunlardan vazgeçip onların kaos çıkartma çabalarına gelin birlikte fırsat vermeyelim! 

"-Mesele, vatanın ve milletimizin gelecek bekası söz konusu; 15. Temmuzdan beri, Ülkemize karşı düzenlenen saldırıların tehlike boyutunun nedenlerini kavrayıp anlamayan "içimizde aforoz beyinli halen" varsa, gayri insafa gelip sağduyu ile anlasın Kardeşlerim"…

Bu devletin başına gelen, kim olursa olsun; ismi önemli değil yeter ki... Vatanın la namusumuzu satmayan, Bayrağımızı indirtmeyen, Ezanını susturmayan ve bizleri namert ellere muhtaç ettirmeyen halis Vatan evladı bizlerden, " hiç olmazsa, içlerinden en iyisi birilerini seçerken Milletin Adamı"  çıkarak başımıza geçecek olan aklı başında birileri olsun… Yeter ki bizler, Türk, Arap, Kürt, Laz, Gürcü, Çerkez, Avşar Türkmen, Roman, Göçmen, Sünni, Alevi, vesaire, inancı ne olursa olsun; bu Ülke hepimizin; herkese fevkalade yeter bizlere; yeter ki, hep birlik ve beraberce diri olalım. Bu güzelim Cennet vatanımıza gelin, “ZAMAN BİRLİK ZAMANI” bütün varlığımızla kenetlenip, haydi Aziz Milletim vatanımıza milletimize sahip çıkalım…
Memleketin üzerine asıl oynan oyun, asırlardır devam eden adı ne olursa olsun; karanlık mihraklar ve yardakçıları hep aynı amacın peşindeler! Bizlerin sahip olduğu topraklar üzerinde, mukaddes değerlerimiz le birlikte, topumuzu tamamen ve temelden yok edinceye kadar, her türlü savaş taktiklerini sürdürmeye devam edecekler!                                                  

Onların kaç oyunu, kaç Silahı, kaç Müttefiki, kaç tohumu bozuk Asker ve teknolojik araçları olursa olsun; “Hasbin-ALLÂH-u VENİYĞVEL VEKİYL.” O’ bizlere yeter; O’ ne güzel Dosttur…
-“Düşmanın gücüne bakıp ta, sakın korkup sarsılmayın, çokluğuna aldanıp ta çözülüp dağılmayın! Emin olun ki, “ALLÂH’ın zaferi inananlarındır.” Al-i İmran süresi; Ayet 139.

Vesselam…

9.01.2017
Aydın Suyak