14 Haziran 2017 Çarşamba

Diyanet ve Cemaatler Ayrımı




Diyanetin kuruluşu:
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, din işleri Şeyhülislam tarafından yürütülürdü. 1920 yılında Ankara’da kurulan Meclis Hükümeti’nde din hizmetleri “Şer’iye ve Evkaf Vekâleti”ne verildi. 3 Mart 1924 de hilafetin kaldırılması ile birlikte Laik devlet yönetimine geçiş sürecinde 1924 yılında Halifelikle birlikte Şer’iye ve Evkaf Vekâleti de kaldırıldı.
“Güya, din hizmetleri din ve devlet işleri ayrı “Laik” diye halkı yanıltarak mevcut düzene bağlı hükümetlerin “üst akıllarca” siyasi politikaların dışında ve üstünde kontrol altında tutulması amaçlanıp böylelikle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde  ki halkımızın Müslümanlığı devletin veraset gücü ile tekeline alındı.”
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Başbakanlığa bağlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Önceden Ankara Müftülüğü görevinde de bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat, ilk Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı. İlk Diyanet İşleri Reisi olarak atanan Börekçizade Mehmet Rıfat, soyadı kanunundan sonra Mehmet Rıfat BÖREKÇİ ismini almıştır.
1961 Anayasa’sında, Diyanet İşleri Başkanlığı bir anayasal kurum olarak düzenlenmiştir. 2 Temmuz 1965 tarihinde ise Resmî Gazete ’de yayınlanan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun çıkarılmıştır. Başkanlığa genel idaresi özel kanunlar içinde yer alarak öngörülen görev ve yetkileri belirlenmiştir.
1982 Anayasasında ise Diyanet İşleri Başkanlığının konumu muhafaza edilmiş, özel kanunda gösterilen görevlerini siyasi hizmetlerinin (sözde) dışında kalarak asıl görevini yapacağı belirtilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun, en son 1 Temmuz 2010 tarihinde ve bu güne kadar halka yeterli olmadığı düşüncesi ile yeniden değişik kanunlar düzenlenerek yürürlüğe girmiştir.

Devlet halkını sömürmek için üstüne üstlük “Diyanet Vakfı” hizmet adı altında halktan aldığı pek çok yardımlarla başta Hac gibi bazı ibadetleri kendi bünyesinde sömürgeye dönüşen yarı ticari vakıf ve yayın organları kuruldu. Öyle ki bunların başlarına da o günkü mevcut hükümetlerin siyasi kanadından birilerine peşkeş çekilerek yöneticiler atanmıştır. Evet… Yardım çalışmalarını basın aracılığı ile halka reklam ederek “işte biz yurt içi ve yurt dışı şu kadar Müslüman kardeşlerimize ve dünya insanlarına yardım ettik bildirisi yapılıyor”. Aman ne güzel ya; birçok yanlış veballeri ile sevsinler sizleri… Millet kendi dini değerlerini öğrenip yaşama özgürlüğünü kontrol altına alıp “maaşını Devlet veriyor” diye din görevlilerini kıskaç altına alındı. Çünkü kukla gibi ne yapar ne derse, hep hükümet ağzı ile konuşuyor. Ya hani Din ve Devlet işleri ayrı “Laik” ile bağımsızdı! Zalim Haçlı dünyasının doğurduğu Laiklik denen acayip şey ne biçimse, bu güne kadar asıl tanımını kimse çözüp de anlayacağımız kavramda açıklayamadılar; herkes kendine göre bir başka yorumluyor?
-“Milletimizin dini özel yaşam ihtiyacına göre henüz daha karşılamış değildir; ancak yine de ne kadar bazı dini Cemaat çevrelerince halen daha eleştirilse de, geçmiş yıllara nazaran Diyanet ve Milli eğitime bağlı bazı özel kurumlarda başa gelen muhafazakâr hükümetlerin çabaları ile birçok yeni iyileştirilmeler getirilmiştir.”

Diyanet gibi kutsal bir kurumumuzun içindeki az bilip çok yanıltan unvan temsilcilerin yazılı ve görsel basınla halka verdiği tartışmalara yol açan İmsakiye ve fıkhî vaaz fetvalarında ki dayanağı olmayan bazı kişisel görüşlerince, İslâm fıkhına ters düşen zaman, zaman açıklamaları oluyor. Bunun sonuncunda, hem fikir olmayan bilgi sahibi kişiler ve Cemaat tarafları bu tür Diyanet'in yanlış bildirimlerine karşı tepki göstererek Diyanet'e bağlılık saygınlığını maalesef kaybediyorlar. Diyanetin vatandaşlara dini eğitim hizmetleri yetersiz kaldığından oluşan bu açığı kapatmak amacı ile alternatif olarak her Cemaat ve Vakıflar kendi imkânlar çerçevesinde halkımıza genel eğitim amaçlı burs ve barınma hizmetleri vermeye çalışırken bazı siyasi ve birçok kurum ve özel şahıslar haklı veya haksız yere karşı çıkıyorlar. Bu tür olayların sonuncunu görüp bilenler ister istemez akıllarına şu soru geliyor “Diyanet kimleri temsil ediyor” Diyanet ve cemaatlerin kendi arasında her konuda birliktelik olması gerekirken çeşitli maddi ve manevi konularda tartışmaların hedefi olan bu çelişkili gizli soğuk ayrılık neden? Bu çerçeveden baktığımız da, mevcut düzen halkın genel dini ihtiyaçlarına bir asra yakın hala demek ki, neden yeteri kadar cevap veremediği aşikârdır.

*Cemaatleri temsil eden Tekke ve Zaviyeler neden kapatıldı:
-Osmanlı toplum dini ve içtimaiyi eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan Tekke ve Zaviye kurumlar topluma yararlı ideal kültürel karakterli ve ilmi potansiyeli yüksek bireyler yetiştireceğine, fakat bunların pek çoğu aksine yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuşlardı. Uygar ve ileri bir millet olma derecesine layık olan yüce halkımız, ilmi ve teknoloji gelişmiş dış dünya ülkeleri ile arasında geri kalmışlığı kapatmalıydı. Çünkü ileri düzeyde gelişmiş ve refah bir yeni Türkiye için yeniliklerin acilen yapılmasına engel oluşturan Tekke, Zaviye, Türbe ve Tarikatlar halkı olur olmaz şeyleri “O’ günah bu günahtır” algısını oluşturarak topluma cehaleti yerleştirmişler. Milleti yozlaştırıp cehalet karanlığına sürükleyen o’ zamanın da bu tür cemiyetlerin bunların sebep olduğu sorunları için, Tekke ve Zaviyeler karmaşasının kökünü ortadan kaldırılarak kapatılması zorunlu hale gelmişti.
Karşı çıkan onlarca din adamlarını katledilerek ortadan kaldırılmasını sonuncu arşivlerden tamamen çıkarılarak kamuoyuna net olarak kimse cesaret edipte “basında skandal’a yol açarda, rejim bekçileri tarafından başım belaya girer” diye açıklanmamıştır.

M. Kemal’in, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta türbelerin, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir; “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti dini özünden kopuk yozlaşmış Şeyhler, Dervişler, Mürit cemiyetleri ile meczupların cahil memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, çağdaş ileri medeniyet tarikatıdır!”

30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, medyumlukla gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu tür unvanları temsilen ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.
Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklarla (türbede hizmet edenler) birtakım unvanların kaldırıp feshine dair yayınlanan kanun: No. 677, Tr: 13 Aralık 1925.
Madde 1- Türkiye Cumhuriyeti dâhilin de gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak Şeyhinin tasarrufu altında, gerek diğer suretlerle tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde temellük ve tasar ruf haklan baki kalmak (yani başka maksatlar için kullanılmak) üzere kâmilen kapatılmışlardır. Bunlardan mevzu usulü dâhilinde halen cami veya mescit olarak kullanılanlar ipka edilir.
Bilumum tarikatlarla, Şeyhlik, Dervişlik, Müritlik, Dedelik, Seyitlik, Çelebilik, Babalık, Emirlik, Naiplik, Halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle, bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifasını temsil eden özel elbise giyilmesi yasaktır. Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde Selâtine (Padişahlara, Sultanlara) ait, ve ya bir tarikata (dini tarikata) ve yahut cerri menfaate hizmet edenler ile bilumum sair türbeler kapatılıp ve türbedarlıklar da kaldırılmıştır. Kapatılmış olan tekke ve zaviyeleri veya türbeleri açanlar veya bunları yeniden faaliyete geçirenler. Tarikat âyini icrasına mahsus olarak velev ki muvakkaten (geçici) olsa müsamaha verenler ve yukarıdaki unvanları taşıyanlar veya bunlara mahsus hizmetleri ifa veya tür kıyafetler giyerek temsil edenler; yeni kıyafet yasasına göre üç aydan eksik olmamak üzere hapse ve elli liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılırlar.
Madde 2- İşbu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 3 – Bu kanunun icrasına Vekiller Heyeti memurdur.
Düstur tertip No. 3. cilt 7. s. 113.

Tekke ve Zaviyelere bağlı cemaatleri kaldırılması ile açılan boşluğunu yerine “yukarıda bahsettiğim gibi,” Halkı'n dini yaşamını tekelden yönetmek amacı ile Diyanet Başkanlığı kurulmuştu. Büyük ve küçük çapta ayrı, ayrı topluluklara hitap eden pek çok kanaat önderleri var. Bu kişilere manevi yönden çok saygı duyularak bağlı olan halkımız var. Onlar ne derse günlük yaptığı ibadet ayrıntılarını bağlı bulunduğu kanat önderlerinin tavsiyelerine göre inançlarını yaşamaya çalışıyorlar. Devletin koskoca Diyanet Kurumu varken halk neden bu kimselerin tavsiyelerine itaat ederek manevi bir gönül sevgisi bağlıyorlar?
-Eee… Demek ki, herkesin gönlündeki İnanç'a yasak getirilerek ister halk cahil, aydın, makam mevki sahibi, zengin fakir de olsa, böyle zorlamayla yönetilmiyormuş.
Milletimizin örfüne uygun sosyal ve bireysel günlük yaşamında özgürlüklerin siyasi, dini ve yöresel geleneğini bağlı özel hayatını engellenmesine çalışılsa da, uzun yıllar geçtiği halde önüne geçilememiştir. N’oldu?.. Halkı'n değerleri ile çatışan iktidarlar her zaman kaybetmiştir. Nerede halk varsa, orada devletin varlığı hâkim olmuştur; nerde halk yoksa orada ne bir devlet nede halk oluşmuştur.
Yakın son yıllara kadar halkı islamdan uzaklaştırıp dinsizleştirmeye gayret ederek, kutlu inancını görmezden gelen İttihat-i terakki uzantıları üç asırdır milletimizin başına gelen tüm yöneticileri verasetle her uç kamu kurum alanlarında gizli güçlerin taşeronu olmuştur. Bunların elleri birçok namlı sivil toplum kuruluşların içine sinsice yuvalanarak idareyi kontrollerine almışlardır; özellikle dini eğitim ve çeşitli daha yüksek kurumlara sızarak paralel gizli devlete bağlanarak vatanına ve milletine dış düşmanların açıktan yapamadığı hainliği bizlere yapmışlar ve belki de bilemem böyle başını göstermeyen daha niceleri olabilir!
***
Sonuçta, Devletimizi temeli olan milletimizin (azınlıkta olsa) bütün dini değerlerine hep birlikte ön yargısız saygı duyup sahip çıkalım. Kendi değerlerimiz art niyetli kişi ve cemaat ve velev ki Diyanet Kurumu dahi olsa; hiçbir şekilde layık olmayan O’ kimseler, makam, mevki ve öğrenim unvanı ne olursa olsun; Din’i istismar ederek inançlarımızı veraset altın da tekeline alarak bizleri Kur’an-a ve Sünnete aykırı keyfi iradesi ile bilgilendirip sağ duyulu dindar halkımızı yönetemez!
Diyanet’in yüksek din şurası toplanacağı zaman sayılı değişik cemaatlerin temsilcilerinden bir kaç görevlilerini din şurasına çağırmaları uygun olur; çünkü alacakları karar bütün dindar vatandaşlarımızı ilgilendirir. Çağırmazlarsa eğer, yıllardır süre gelen Diyanet Cemaat ayrımı  eskiden beri olduğu gibi daha çook sürüp gideceğe benziyor. Devlet ve millet kaynaşmasını dini alanlarda da paylaşıp kaynaşmasını bilmeliyiz. Tek görüşlü yönetim hiç bir dünya halklarını bağlayıcı temsil edemez ve şimdiye kadar birçok örnekleri ile demokratik yönden halkını temsil edememiştir.
Maneviyat bir Miletlin birlik mayasıdır. Maneviyatı zayıf ve bozuk olan nice medeniyet toplumları devletleri ile birlikte, “Tarih şahit” yok olup gitmiştir.
“- Rabbimiz… bizleri cehaletten kurtarıp hakkı Hak bilip hakka tabi olan, batılı batıl bilip; kendisine Kul, sevgili Peygamberine (As.) sadık birer ümmet eyleye.” Âmin…

13.06.2017
Hazırlayıp düzenleyen: Aydın Suyak

7 Haziran 2017 Çarşamba

Halifelik Niye Kaldırıldı?


3 Mart 1924 tarihli “Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti ülkesi Dışına çıkarılmasına dair kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. 6 Mart 1924'te ise Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
431 sayılı bu kanun toplam 13 maddeden oluşmaktaydı.

Kabul edilen maddelere göre:

Madde 1-Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.

Madde 2-Görevden alınan halife ve Osmanlı saltanatına mensup tüm erkek ve kadınlar, damatlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturmak hakkından ebediyen mahrumdurlar. Bu soya bağlı kadınlardan doğmuş kimselerde Osmanlı addedilirler.

Madde 3-İkinci maddede zikredilen kimseler, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ülkesini terk etmeye mecburdurlar.

Madde 4-İkinci maddede zikredilen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku kaldırılmıştır.

Madde 5-Bundan böyle ikinci maddede anılan kimseler, Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz mal edinemezler. Türkiye’deki ilişkilerinin kesilmesi için bir yıl süre ile vekil tayin ederek, devlet mahkemelerine başvurabilirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra hiçbir mahkemeye başvurma hakları yoktur.

Madde 6-İkinci maddede anılan kimselere, yol giderlerine karşılık olmak üzere bir defaya mahsus ve servetleri ile orantılı, uygun miktarda para ödenecektir.

Madde 7-İkinci maddede zikredilen kişiler, Türkiye Cumhuriyeti içindeki bütün taşınmaz mal varlıklarını bir yıl içerisinde hükümetin bilgisi ve tasdiki ile elden çıkarmaya mecburdurlar. Zikredilen taşınmaz malları satamamaları durumunda bunlar, hükümetçe satın alınarak bedelleri kendilerine verilecektir.

Madde 8-Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi içinde tapuda kayıtlı taşınmaz malları kamuya intikal etmiştir.

Madde 9-Kapatılan padişahlık sarayları ve köşkleri ile bunların ek binalarında bulunan eşyalar, takımlar, tablolar, sanat eserleri ve diğer taşınabilir mallar kamuya intikal etmiştir.

Madde 10-Padişah malları adı altında olup, evvelce millete devredilen mallar ile beraber, kaldırılan padişahlığa ait bütün taşınmaz mallar ve eski hazine mevcutları ile birlikte saray ve köşkler ek yapıları ve arazileri kamu yararına millete intikal etmiştir.

Madde 11-Millete intikal eden taşınabilir ve taşınmaz tüm malvarlıklarının saptanması ve muhafazası için bir yönetmelik hazırlanacaktır.

Madde 12-Bu kanun yayımlanmasından itibaren geçerlidir.

Madde 13-Bu kanun, Bakanlar kurulu tarafından uygulanır.

Denilmekteydi. Daha sonra kanunda 15. 05. 1974 tarihli ve 1803 Nolu yasa ile değişikliğe gidildi ve zikredilen kanunun 2-3-4 ve 5.nci maddeleri kaldırıldı.

(Kaynak:  06.03.1924 Tarihli Resmi Gazete)

Şer"iye ve Evkaf Vekâleti”nin kaldırılması sonucu, bu vekâlet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâleti de kaldırıldı. Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti.

İttihat-i terakki cemiyet uzantılı mebuslarının kamuoyunda algı yaygarası yaparak 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alındı. Daha sonrada 3 Mart 1924 tarihli, Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanunla Osmanlı haneda­nının 407 yıldır elinde tuttuğu halifelik kaldırılmıştır.

Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması sonucu, bu vekâlet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâleti de kaldırıldı. Böylece o’ günlerde kargaşasında devlet ile ordunun siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş olundu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti

Hanedan üyelerinin, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için yurt dışına çıkarılmaları kabul edilir. Derhal kararın halifeye bildirilerek kısa zaman da kararın kedilerine icra edileceğini duyururlar.

Dolmabahçe etrafını polisler çevirir ve Vali Haydar Bey saraya girerek kararı Halifeye okur. Halife Abdülmecid kararı tanımadığını söyler. Zor durumda kalan vali durumu Ankara’ya bildirdiğini söyleyerek halifenin zorla çıkarılması yönünde “hayali” bir telgraf okur. Halife 20 dakika buhran geçirdikten sonra görevliler eşliğinde saraydan çıkarılır. Saraydan çıkarken bir gazeteciye “Ben vatan haini değilim. Yine bu millete dua edeceğim” der. Çatalca’dan trene bindirilen halifeye İsviçre vizesiyle birlikte bin 700 sterlin verilir. Görevinden azledi­len Sultan Mehmed Vahidüddin, 17 Kasım 1922 tarihinde, Malaya isimli bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etmesinin ardından 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrılmıştır.

-“Osmanlı handanın ve halifenin yurt dışarı kovulup sürgün edilmesi bu milletin asil evlatlarınca esefle kınayan geniş yankıları O' gün bu gündür hâlâ devam ediyor!”

*Halifeliğin kısaca kaldırılması:

O’ günün bazı beyaz jön Türklerden oluşan politikacılar ise; "Hilafet aynı hükümettir, hilafetin hukuk ve görevini iptal etmek hiç kimsenin hiç bir meclisin elinde değildir" çünkü Halife'yi, eskisi gibi şaşalı Padişah misali yaşatmak istiyorlar” diyerek algı yaygarası koparıyorlardı. Bu durum, halifeliği kurumu hakkında bir an önce önlem alınmasını gerektiriyordu. Fakat Mustafa Kemal Paşa'yı bağlı Kemalistlerin halifeliğin kaldırılması için önlerinde büyük engel görüyorlardı; öyle ki Halife mevcut oldukça ülkede de yapılması zorunlu olan “sözde” demokratik sosyal ve laik düzenin inkılâpçı ilk devrimlerinin temeli yapılamayacağına dair içlerinde büyük kaygıları yatıyordu.

-“Hilafetin kaldırılmasının Türkiye ve bütün İslam devletlerinde halen tartışılan eleştiriliyor ve diğer dış dünyada geniş yankıları sürüyor.”

Halifelik evvela İngiltere başta olmak üzere batı haçlı dünyası istemediği için kaldırılmıştır. İngiltere ve diğer batılı emperyalist ülke güçleri çok sayıda İslam ülkesini sömürgesi altına almıştı. Fakat bütün İslam dünyası manen İstanbul’daki halifeye bağlı olduğu için o topraklarda hâkimiyetini tam manasıyla kuramıyordu. Bu yüzden önündeki en büyük engel halifelikti. İngiltere hilafeti yok etmek İslam âlemini çaresiz bırakmak ve hilafeti halkın eliyle kaldırmak istiyordu. Eğer kendileri kaldırmaya kalkışırsa sömürgelerinde çıkacak büyük ayaklanmalardan çekiniyordu.

Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce imzalanan Lozan anlaşmasının asıl maddeleri dışında gizli maddeleri de bulunmaktaydı. Bu antlaşma başta hilafetin kaldırılmasıyla birlikte bütün inkılâp hamlelerini de içine almaktaydı. İngiliz devlet adamı Lord Courson’ un mecliste yaptığı konuşması ile bunları tamamen doğrulamaktadır.

Lozan antlaşmasından sonra İngiltere avam kamarasında Türkler’ in istiklalini niçin tanıdınız? diye yükselen itirazlara verdiği cevap şuydu; “işte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. ” demiştir.

(Kaynak: Yılmaz Altıparmak, İslamiyet açısından Atatürk ve inkılâplar, adlı kitabının 281, 282. Sayfalarında bunları söylemektedir.)

Tarihçi Arnold Toynbee, hilafetin kaldırılmasını Türk milliyetçilerinin sabırsızlığından, Ankara’nın halifeliği Vatikanlaştırmayı başaramamasından kaynaklandığını söylerken The Daily Telegraph, Türkiye’nin İslam milletleri liderliğinden üçüncü sınıf Tatar cumhuriyetine dönüştüğünü iddia ediyor. Hilafetin kaldırılmasının arkasında Fransız-İtalyan-Selanik kaynaklı radikal localar olduğunu ileri sürüyordu.

The Observer, Türkiye’nin batılılaşma uğruna “Doğu itibarı“nı terk ettiğini söylüyordu. Paris merkezli Le Journal, İstanbul’un dini saygınlığını yıkmaya çalışan İngilizlerin bu şansı hayal bile edemediğini yazıyordu.

Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Özoğlu’nun ABD arşivlerinde bulduğu rapor, bir ABD diplomatının halifeliğin kaldıracağını Washington'a bizden önce öğrenip bildirdiğini arşivlerinde asıl belgesi ile ortaya koyuyor. Rapor Washington'a 25 Şubat 1924'te ulaşmıştı. Başka bir deyişle, Türkiye'deki insanların haberi olmadan bir hafta önce, Fransa ve ABD yetkilileri halifeliğin kalkacağını öğrenmişlerdi

("Aksiyon Dergisi", 13 Aralık 2010).

Oysa Cumhuriyet 23 Nisan 1920’de dualarla açılmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk başlarda halifelik makamını övüp, yere göğe koyamıyorlardı. Müslüman dünyaya işgale karşı hilafeti kurtarmak için savaştıklarını söylüyor ve yardım istiyordu. Birçok Müslüman ülkeden de Mustafa Kemal’in yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’na destekler geliyordu.

(Kaynak: http://www.nurnet.org )

***
Neticede, şimdi her bir dünya coğrafyasındaki Müslüman ümmetimiz evvelden beri bizleri kendilerine öncü ve koruyucu bir kardeş lider ülke olarak halen o’ yıllardan beri inançlarının verdiği ümitle, son Kale kalan Aziz Türk milletimizden çıkacak kurtarıcı bir liderin bir gün gelip kendilerini yönetmesini geçmiş yüz yıldan beri can’ı gözle bekliyorlar.

Bütün dünya Müslümanların ahvali malum; başsız kalan ümmet kendi vatanlarında azınlık muamelesi görerek garip yaşayan ve her bir derdine bir çare beklemektedir!

“Rabbim ümmetimizi başsız yarınımızı ümitsiz bırakmasın, İnşe’ALLÂH belki bizler islam'ı gereği gibi yaşamayı görmeye biliriz; amma gelecek nesillerimiz elbette görecektir.”

7.06.2017
Hazırlayıp düzenleyen: Aydın Suyak