29 Ağustos 2017 Salı

Hacı Abiye Ne Oldu? ( Hikâye)


İnşaatçı esnafımızdan Üç arkadaş Malatya’nın bir ilçesinden geçmiş yıllarda iş alırlar.
Şantiyenin hemen yanından da barınak yeri olarak bir aralık ve üç odası bulunan bir müstakil evi de taşeronun aracı ile kiralık tutarlar.
İşçilerini de tanıdıklar vasıtası ile Adıyaman’dan oluşan Usta ve düz İşçisiyle bir grup oluşturmaya çalışarak adamları tek,tek çağırırlar.
Haydi, Bismillah diyerek işe başlangıç yaparlar. İşten eve, evden işe derken, günler, haftalar, aylar birbirini kovalamaya başlar.
Sosyal yaşantısı ‘0’ bir hayatın günlük seyir monotonu ister istemez işçiler üzerinde sıkıcı stresiyle bunaltıcı bir baskı oluşturur.
Çalışan işçilerin içlerinden yaş ca büyük olan “Hacı” kardeşimiz bu tadı tuzu olmayan gurbet yaşamını renklendirmek amacı ile sesizce kimseden habersiz bir gece ‘tek başına’ tasarladığı tiyatro oyununu gecenin ilerleyen 2. 3. geç saatlerinde yatağından kalkarak sergilemeye koyulur.
Üzeri yarı çıplak, ayağın da tek bir iç çamaşırıyla boynuna taktığı çaydanlık, demlik, tencere ne varsa bir iple bağlayarak boynuna sarkıtarak asar ve bekâr evin küçük mutfağından eline geçirdiği ekmek bıçağını alır. Küçük dört gözlü bölümden oluşan kaldıkları evin ara koridorunda geceleyin kendi, kendine gündüzün işyerinde işçilerle neler yaptığıysa ona benzer bir şeyler söylenerek gezinmeye başlar.
"-Ula Sülo sana diyorum ya Mastarı şöyle tut!"
"-Ula Ramo döküntü bırakma hâ yerleri iyi temizle!"

"-Ula Şükrü Harç alırken yerlere dökme hâ!"

Diye kendi kendine söylenerek “Hacı Abi” elinde ki bıçakla bir o’ yana bir bu yana boynuna bağladığı şangırdayan kap, kacakla koridorda ha bire geziniyor.


Bu arada diğer oda’nın yan bölümünde yatan iş arkadaşları gecenin bu saatinde ne oluyor şaşkınlığı ile yattıkları yataktan kalkıp da korkudan olaya müdahale de edemiyorlar.
İçlerinde biri ismi Arif olan, diğer karşı yan odada yatmakta olan ekip başı Mustafa’ya telefon açarak korkudan kısık sesle şöyle soruyor “Mustafa abi Hacı Abiye ne oldu?”
“Mustafa da valla bilmem; bende anlamadım ne olduysa, hele bi sakin olun baklalım” diye diğer arkadaşları sakinliye davet ederek ortamı daha fazla germemeye çalışıyor.

Mustafa da yattıkları odanın kapısından bakarak “kolay gelsin Hacı Abi” diyor.
Bu arada Hacı Abi olanlara hiç aldırmadan oyununa devam ediyor.
"-Ula Arif sana kaç sefer demedim mi  ki şu köşeleri güzel kes diye? "

"-Ula Ferman dikkat et (eşeğin) sehpanın üzerinden düşme hâ!"

Bu defa da aşağıda Harç yapan Ali’ye de birkaç laf söyleniyor:
-Ula Ali sende harcı yavan sulu gönderme ha!

Derken bu arada Kara İsmet Usta araya girerek,

"-Vay gardaşım Hacı çok yoruldun hele bi gel şöyle otur da bi soluk alıp dinlen" der.
-Hacı “Yat olan İsmet" der ve Hacı ismetin üstüne çullanarak bıçakla kesmeye çalışır.

İsmet
-“Aman Hacı Abi kulun kölen olayım çoluk çocuğum var bana kıyma” diye yalvarmaya başlar.

Kaldıkları evde On bir kişiden hiç biri cesaret edip de “ya Sen ne yapıyorsun” diye soğukkanlılıkla hacıya dur deyip engel olamazlar.

Çünkü hepsi de yattıkları yatak yorganlarının altından olayı odanın ala karanlığında korkudan sadece izlemekle yetiniyorlar.
Fakat yalnız içlerinden Mustafa Hacıyı biraz tanıdığı için cesaretlenip de “ya Hacı Abi yapma adamlar çok korkuyor! Diye bir ara uyarır.
Neyse Hacı oyununun sonu geldiğini anlayarak gayri sonlandırma ya çalışırken İsmet, hacıyı televizyon odası olan salona doğru çeker.

-Hele gel gardaşım otur şuraya sana bir çay koyayım da kendine gel der.

Hacı
-“Kat ulan bir çay da içelim İsmet” der ve sanki o’ saate Çay demlikte hazır çay varmışta hacıya çay içirecek.
Hacı bir masanın yanında ki sandalye ye oturarak “ offf amma da yorulmuşum; haydi gardaşım kat şu çay’ı” der ve sanki bardakta sıcacık çay varmış gibi hüpleye, lüpleye olmayan çayı bardak la içmeye çalışırken Hacı, aniden İsmetin boynunun köküne sille bir tokat bindirir.
-“Lan bu ne biçim çay!” der.

Sergilediği oyunla deşarj olan Hacı tiyatroyu böylelikle sonlandırarak hiçbir şey olmamış gibi sakince tekrar yatağına girip yatar ve diğerleri de olayın şoku ile sabahı zor ederler.
Sabahta yine her günkü gibi Hacı Abi iş hayatına kaldığı yerden devam eder.

29. 08 2017
(Derleme: Aydın Suyak)



24 Ağustos 2017 Perşembe

Gel gel yavrucuğum O' seni boğar (Hikaye)


Hemşerilerimizin çoğunun mesleği inşaatcı olduğundan  hemşehrimiz "Arif Özkan" bir bankanın tadilat işini alır.
Gündüz orada çalışırlar, işciler geceleride kalıp barınmak amacıyla çalıştıkları binanın bodrumuna birer döşek atıp her biri bir köşede yatarlar. Onlarla birlikte  "Salçalı: Mehmet Hezer" Kardeşimizde çok horladığı için kendisi diğerlerini rahatsız etmeyeyim diye taa bodrumun kuytu köşesinde yatmaya çalışır. Salçalı uykuya daldığı zaman sanki Arslan kükreyişi gibi acayip biçimde horlarmış. Yine gecelerden bir gece, bina sakinlerinden şehir beyefendisi evinde beslediği küçük süs köpeğini akşam gezisinde dolaştırıp geri evine dönerken binanın alt girişi olan bodrumdan içeriye girmişler. Koridordan geçerken içeriden Arslan kükreyişi gibi garip sesler duyan sahibinin foni köpeği siddetle huylanarak sesin geldiği yöne doğru yönelip hırlayarak öfkeli şekilde havlayıp tepki göstermeye başlamış; amma ileriye geçmelerini önlerinde engel olan telli demir korkuluk varmış. Köpeğin sahibi olan adam, arkadaşlarımızın kaldığı bölüme köşeden eğilip bakınca gelen sesin bir uyuyan İnsan horultusu olduğunu hemen anlamış; tasmalı İpi elinde olan Köpek halen ısrarla sesin geldiği o' yöne doğru havlayarak sürüklemeye çalışıyormuş.
Sahibi sosyetik konuşma tarzıyla köpeğini uyararak şöyle der "Gel, gel yavrucuğum O' seni boğar!" diyerek Adam köpeğini oradan çekerek uzaklaştırıp evine götürür.
Bu olayı diğer Arkadaşlar karanlık uç köşede yatan merakla ve şaşkınlık içinde izlerler. Daha sonra olayı kedi aralarında gır gıra çevirerek komediye dönüştürürler " gel gel yavrucuğum O' seni boğar" diye, diye bir birlerine anlatarak başlarlar gülüşmeye. Sabahleyin olayı salçalıya anlatırlar; fakat salçalı olanlara inanıp kabullenmez!
23.08. 2017

Alıntı: Kazım Calımlı
Derleme: Aydın Suyak