12 Nisan 2019 Cuma

Bu Ülke hepimizin


Bizlerin var olma bekası söz konusu olunca, Çanakkale ve kurtuluş savaşında olduğu gibi “ümmetin kalesi yıkılmasın” diye orta doğu Suriyeli, Iraklı, İranlı, Yemenli, Azerbaycanlı, Pakistanlı, Hindistanlı, Endonezyalı, Bangladeşli orta Asya ve tâ uzak doğuda ki Müslüman Türk soydaşlarımız hakeza.  Diğer yandan kuzey Afrika da tebaamız altında yaşamış veya yaşamamış hepsi ile dini kardeşlik bağımız var.  İslam ile iyi ve kötü zamanlarda maddi ve manevi dayanışmayla birbirimizle birleşen ortak tarihi beraberliğimiz var. Buralarda ki çoğunluk ve azınlıkta yaşayan Müslümanlar, Osmanlı ceddimizin asırlardır üslendiği İslam’ın halife öncülüğü ile tüm kıtalar da ki  mazlum kardeşlerimize sahip çıkarak ve kendini bir büyük devlet bilinciyle şimdi içimizdekilerin sömürdüğü gibi değil; onların İnsan haklarındaki sorunlarına yardımcı olmaya çalışmıştır.
Türk ve Müslüman olan milletler bizlerin tarihteki büyüklüğü karşısın da her zaman minnetle yâd etmeyi vefayı kendine bir borç bilen bu toplumlarda ki sağduyulu kanaat önderlerin büyükleri Osmanlı ceddimize şükranlarını her fırsatta ifa ede gelmektedirler. Dünya üzerindeki mazlum kardeşlerimiz kırılmaz bir ümitle tekrar yine eskisi gibi kendilerin itaatle baş olacak tarihi biz torunlarından özlemle bekliyorlar. Çünkü nere de bir Müslüman mazlum toplumu varsa, her yerde, ırkçılık soykırımı, dini ve kültürel asimilasyon, ağır işkence zulmü, tecavüz ve katliam ile akan kanlar var!
Bu kardeşlerimizin İnsan olarak reva görülmeyip bulunduğu toplumdan hayatta kala bilme umudu ile Türkiye ye ve çeşitli batı ülkelerine göçerek en dramatik hayat şartları ile çoluk, çocuk, genç ihtiyar kadın ve kızları mülteci duruma düşerek ilkel kaplarda ölümüne yaşam mücadelesi vermeye çalışıyorlar. Bizler, devletin çeşitli kurumları ve diğer sivil toplum kuruluşları aracılığı ile gerek bireysel halk olarak el birliğince kardeşlerimize imkânlarımız nispetinde yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Ülkemize, dini inançları ve geçmişimizde ki tarihi kültürel bağ’ı göz önünde bulundurarak yardım etmemizi ümit ederek bizlere sığınan mazlum soydaş ve din kardeşlerimiz bizlerden büyüklük fedakârlığı bekliyorlar. Bu insanlara Suriyeli, Iraklı, İranlı, Afganlı ırkçılık, vb. adı altında aşağılayıp ötelliyelim mi? Ama daha dün bizlerle birlikte malları ve canları ile bir olup Çanakkale de kurtuluş savaşın da omuz, omuza bu vatanın ve Aziz evlatlarının bekası için düşmanla çarpıştığımız kardeşlerimizin torunlarını şimdi dışlamamız insani ve dini kardeşlik hakkına revanın vefası mı?
Mülteci Kardeşlerimiz, “falanca yerden bine, müstakil ev, arsa veya dükkân işyeri alıp işletiyorlar” diye onların ataları ile bu vatanı beraber düşman elinden birlikte kurtardığımızı ne de çabuk unuttuk?  Bu kendilerini bizlere feda eden kardeşlerimiz bu gün nereden bilmem kaç bin metre kare yeri satın almış, alıyorlar, devlet onlara şu kadar yardım ediyor; onları şımartıyorlar, defolsun ülkelerine gitsin” diye yaygara çıkaranların ekmeğine yağ sürerek düşmanca tavır takınmak hiç vicdanlara sığar mı? Eğer ki bir suç işlemişlerse, bu TC. Kanunlarının işidir; devlet suçluların cezasını vermeli.
Bu ülke hepimizin; yedi düvelle çarpıştığımız düşmanlarımız son seksen yıldır bize cephede kaybedip sonra ekonomi siyasetiyle binlerce dönüm topralarrımızın mülkiyetini 'turuzim, sanayı ve tarım üretme gayesiyle onlara binlerce şehitler verdiğimiz yurdumuzu iş yeri bahanesiyle işgal ederek kendilerine bizleri köleleştirip asimle edilirken hiç sesimiz çıkmıyordu? Ne oldu ki, şimdi neden doğudan göç eden kardeşlerimizi istemiyoruz? Yoksa Çanakkale de kurtuluş mücadelesi verdiğimiz Siyonist devletlerin hainleri değil de şimdi doğudan gelen mazlum insanlar mı asıl tehlikeli düşmanımız?
Bu son yıllarda gittikçe, hortlatılarak alenen açığa çıkan İslam’ı fobi üzerinden yabancı ırk düşmanlığı altında bizlerin yeryüzünden varlığımızı kökten silip bitirme eylemi içindeler. Tüm ne kadar düşmanlarımız varsa, açık veya gizli Yahudi’si, Hristiyan'ı, Ateistti, Budist’i, ticari ve diğer çıkarcı misyoner baronları İslam’ın son kalesi olan Türkiye ye karşı birleşerek iyice belli duruma geldiler.
Bizlerin şu dünya üzerinde bizlerden gayri dost’u yoktur. At izini it izine karıştıranlar bellidir; kimlerin yanında olacağımızı ve kimlerle bu Milli ve dini bekayı devam ettire bileceğimizi artık uyanıp düşmanlarımızı iyi analiz ile coğrafi farklılıkları aradan kaldırarak top yekûn birlik beraberlik içinde olma zamanı!
12.04.2019
Hazırlayan: Aydın Suyak

16 Şubat 2019 Cumartesi

-Namazın Sağlığımıza Faydaları

İslam'ın en önemli ibadeti olan ve Kuran'da birçok yerde zikredilen namazın, bir şükür vazifesi olmasının yanında, sosyal, psikolojik, ekonomik, ahlakı ve fizyolojik yönleri de vardır.
Namaz, günlük hayatı planlar. Günü 5 kısma ayırır. Günlük bir program oluşturur, insanı zaman mefhumu ile yüz yüze getirir ve her günün dolu, dolu yaşanmasına yol açar.
Namaz, temizlikle başlar. Çünkü beden ve çevre temizliği, namazın farzlarındandır.
Bir kimsenin inanç durumunu belirtmek için, "Namazında niyazında bir kişi" deriz. Namaz İslam'ın simgesi haline gelmiştir. Müslümanlar namazı, ALLÂH'ın (cc.) bir emri olduğu için kılarlar. Ancak ALLÂH'ın (cc.) bu emrini yerine getirirken farkında olmadan, onun sayısız nimetlerinden de yararlanırlar. Aslında dinimizin hiçbir emri akla, mantığa, bilime ve sağğa aykırı değildir. Hepsinde bir hikmet ve fayda vardır. Namazın bu faydaları çoktur. 
Namaz kılmak doktorlarca hastaların eklem romatizmasını önleyen en etkili koruyucu tedbir olarak öğütleniyor. Rükûda sırt ve mide kasları takviye edilir. Mide civarı üzerindeki yağların eritilmesi sağlanır. Secdede baldır ve uyluk kasları hareketlenir. Bağırsakların hareketi sağlanıp kabızlığı önlemeye yarar. Namazdaki tüm hareketler kalbin çalışmasını etkileyip kanın vücudun en uç noktalarına gitmesini hızlandırırken aynı anda sinirlerinde hareketini sağlayıp rahatlatır. Uykusuzluğu giderir. Secdede taze kanla yıkanan beyin zindeleşip namaz kılanda bunamayı engeller. Günde kırk rekâtla seksen secde eden vücudun ömür boyu bu hareketi ağır, ağır yaptığı düşünülürse tüm vücudun dengeli hareketlere kavuştuğu anlaşılır.
İstanbul tıp fakültesinde 1980 yılında yapılan bir araştırmada, diz eklemi romatizması olan ve namaz kılan 30 hasta ile, yine diz eklemi romatizması olan ve namaz kılmayan 30 hasta karşılaştırıldı. Namaz kılanlarda şikâyetler ve hastalık belirtileri 50 yaşından sonra ortaya çıkarken, bu hastalık namaz kılmayanlarda 40 yaşından itibaren görülüyordu.
Namaz kılanların ekleminde 10 derecelik hareket kısıtlanması varken, kılmayanlarda bu kısıtlama 25 dereceye ulaşıyordu. Bu araştırmaya katılanlardan namaz kılanlar, 10 basamaklık merdiveni ortalama 22 saniyede çıkarken, kılmayanlar 34 saniyede çıkabiliyorlardı. Namaz konusunda yapılacak her araştırmadan bu tür sonuçlar elde edileceğine muhakkak gözüyle bakılabilir.
Namaz, koordine, uyumlu bir ruhsal ve fiziksel hareketler manzumesidir. Ayaktayken, dik durulması önerilir, ikinci bölüm olan "Ruku"da, belin bacaklarla 90 derecelik bir açıyı, dizleri bükmeden gerçekleştirmesi gerekir. Yere, secdeye varıldığında, başın zemine dayanması, böylece vücudun tümünden daha aşağıda bir düzeyde bulunması sağlanır. Bütün bu hareketler devam ederken vücudun tüm iradeli kasları ve eklemleri tam bir uyum içinde hareket ederler.
Tam bir sağlık kaynağı Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi Profesörü Dr. Hans Tischer, ünlü bir ortopedi uzmanıdır. Bu bilim adamı, kendi sahasıyla ilgili bir hareketler zinciri olan namazı incelemiş ve şöyle bir yargıya varmıştır: "Müslümanların namazı ortopedik açıdan bacaklar, diz, kalça ve ayak bilekleri hatta parmak eklemlerine varıncaya kadar vücudun her eklemini hareket ettirir. Ayrıca boyun, omuz, kol, bacak, sırt ve karın kaslarının tümünü büyük bir ahenk içinde kasılıp yumuşatmakta ve böylece tam bir sağlık kaynağı olmaktadır. Üstelik tüm bu faydalı hareketler günde beş defa tekrarlanmaktadır. Vücut için bundan daha faydalı daha rahatlatıcı bir hareketler topluluğu düşünülemez."
Sakat bile kalabilirler Prof. Tischer'in tespitleri çok önemlidir. İnsanların çoğu ileri yaşlarda boyun, bel ve diz kireçlenmelerine bağlı olarak hareket bozuklukları çekerler. Bir nevi sakat kalırlar. Bu durum, hayatlarının son devresini ağrılar ve sıkıntı içinde ve birçok hareketlerinden mahrum olarak geçirmelerine sebep olur. Düzenli olarak kılınan namaz, bütün bu arızaların en mükemmel önleyicisi olur.
Namaz aslında, günde beş defa ALLÂH'ın (cc.)  huzuruna çıkmak olayıdır. ALLÂH'ya(cc.) karşı görevini yerine getirmek, O'ndan yardım talep etmek ve bütün bunların manevi güzelliğini yaşamaktır. Huzura kavuşan ve bu duygularla yoğunlaşan insanların beyinlerinde Dopamin, Interleukin-2 gibi maddeler salgılanır. Dopamin rahatlık, ferahlık veren, güzel duygular sağlayan bir maddedir. Interleukin-2 ise insanın savunma sistemini kuvvetlendirir. Moralinin yükselmesiyle ağır hastalığı yenen insanlarda, Interleukin-2 salgılanması rol oynamaktadır.

*Web den alıntı: Bahri Kılıç (Eruslu Cami İmam Hatibi)