26 Temmuz 2015 Pazar

Müslümanın, Kılık Kıyafeti Nasıl Olmalı:


Tarih boyunca çeşitli Milletlerin küçük büyük insan topluluklarının dinleri ve yaşadığı bölgenin medeni durumlarına göre örf ve adetleri değişik olduğundan, giyim kuşam şekilleri de farklılık göstermiştir. Yeryüzünde gelmiş geçmiş medeniyetlerin inançlarına bağlı giyim tarzların da dini inanışlarını yansıtarak ve yaşadığı coğrafyanın iklim şartları bağlı toplumların kendine özel kıyafetleri olmuştur. Buna mukabil mesleklerin, meşreplerin mizaç ve huyların, hatta ekonomik şartların ve diğer sosyal konumda ki, faktörlerin büyük tesiri olmuştur.
Binyıldır, (yabancı medeniyetlere özenmeyip) başta biz Müslüman Türk toplumu olarak yörelerimize uygun kıyafetleri ve diğer geleneklerimizi yüce dinimizin öngördüğü çerçeve içerisinde şekillenip sosyal etkinlik ve diğer aktifeler de, toplum olarak günlük hayatımıza uygun biçim de tasarlamışızdır.
Türk ve İslam medeniyetine ise, dinimiz her şeyin bir usulü ve adabı olduğu gibi giyinmenin de bir adabı vardır. Bir Müslümanın dininin gerekliliklerini yerine getirirken kılık ve kıyafet hususunda da mecburen dikkatli davranmalıdır. “Ben ne giyersem giyerim kimse saç ve sakal şeklimi eleştirip te karışamaz”  deme hakkına Müslüman toplumunda eğer O’ kişi Müslüman ise tepki gösterme hakkına sahip değildir.
Çünkü Müslüman, Müslümanın aynasıdır; Yüce Nevi (A.S.) Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) nakledildiği bir hadis-ine göre şöyle buyurur:
-“Mümin, kardeşinin aynasıdır. Onda bir ayıp gördüğü zaman onu düzeltir.” (Buhari, 238-58-s. 474)

*ALLAH-u Teâlâ Ahzab Suresi 59. Ayetin de bizlere şöyle buyurmaktadır:
-"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur. ALLAH ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."
-"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını korusunlar. Görülmesi tabii olan yerler hariç ziynet yerlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynet yerlerini izin verilenler dışında kimseye göstermesinler. Bir de ayak bileklerine taktıkları gizli süsler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, (önceki kusurlarınızdan dolayı) hepiniz Allah'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin, umduğunuza nâil olursunuz." (Nûr 24/31)
-"Ey Âde oğulları! Şeytan, ana, babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık." (Arâf Suresi ayet,27)
-"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan çeksinler ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir." (Nûr 24/30)
-"Mümin kadınlara da söyle, gözlerini önlerine indirsinler ve avret yerlerini korusunlar….” (Nur 24/31)
-“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir." (24.Nur–60)

*Hz. Âişe (r.ah) anlatır:
Bir gün Hz. Ebû Bekirin kızı Esmâ ince bir elbise ile Resûlullah'ın (s.a.s) huzuruna girmişti, Hz. Peygamber ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:
-"Ey Esmâ! Kadın erginlik çağına ulaşınca onun şu yüzü ve elleri hariç diğer yerlerinin görülmesi helâl değildir." (Ebû Davud, Libâs, 31.)

Şu hadis-i şerifin de, bindört yüzyıl öncesinden bizlere ince elbisenin tehlikesini haber vermektedir:

-"Ümmetimin son dönemlerinde öyle kadınlar çıkar ki, onlar görünürde giyinmişlerdir; fakat (elbiselerinin inceliği, darlığı ve kısalığından) çıplak hükmündedirler. Onlar saçlarını toplayıp öyle şekil verirler ki başları deve hörgücüne benzer. Onlar cennete giremez ve cennetin kokusunu bile alamazlar." (Müslim, Libâs, 125.)

*Erkeğin Avreti:
Abdullah bin Cafer (r.a) Resulullahın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
-"Erkeğin göbekle diz kapağı arası örtünmesi gereken mahaldir." (R.Nasıhin)
Vc. Banyo, Hamam gibi temizlenmek için girdiğimiz pis yerlere İslam fıkıh âlimlerince teyit edilen kıyafet tarzı vardır:
-Erkekler, Wc, ve banyo ya girmeden baş ve avret yerleri olan göbek ve diz kapak arasında ki bölümün örtülmesini uyarmışlardır.
-Kadının ise, baş ve göğüs üzerinden diz kapaklara kadar olan kısmın örtülmesini dinen ibadet ve ruh sağlığı açısından (erkekler için de)  tavsiye etmişlerdir.

*Gayri Müslimlere Benzememek:
İslâm müstakil bir din olarak gelmiş ve kendine özgü yönleriyle bütün İnsanlığın günlük yaşamına uyarlanıp gelişmiştir... Müslüman, içi ve dış görünüşü ile bakıldığında, hangi dine mensup olduğuna görünüp yaşamına sergilemeli. Bu sebeple,İslam kendisine iman edenlerin her yönüyle ev de ve sokakta özgün, tertipli olmasına büyük önem vermiştir. ALLAH Resulü (s.a.s.)’in hadislerinde beyan olunan pek çok husus bunu teyit eder.

İki dünya rehberimiz Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kılık kıyafet konusun da bazı hadisin de bizlere mealen şöyle buyurmaktadır:

-"Fıtrat beştir; şu beş şeyde fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıklardaki kılları tıraş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altı kılları almak ve bıyıkları kısaltmak" (Buhari Libas 63).
-"Müşriklere muhalefet ediniz, sakalları çoğaltınız, bıyıkları kırpınız" (Müslim, "Tahâret", 16),
-"Bıyığınızı kısaltınız, sakalınızı uzatınız" (Buhârî, "Libâs", 64),
-"Bıyıklarınızı kırparak kısaltınız; sakalları uzatınız. Mecûsîler'e muhalefet ediniz" (Müslim, "Tahâret", 16),
-"Ağzı burnu belirsiz şekilde olup da, bıyığını kısaltmayan bizden değildir"  (bk. Buhârî, "Libâs", 63-65/
Tirmizî, "Edeb", 6)
-"Yahudî ve Hıristiyanlar (gayri müslümler) saç ve sakallarını boyamazlar. Siz onlara muhalefet ederek, (Kına ile boyayınız." (Müslim, Libas, 80; Buhârî,)
-"Kadınlardan erkeklere bezeyenlerle, erkeklerden de kadınlara benzeyenleri bizden (ümmetimden) değildir."(Ebu Davut,Libas 4/Ahmed bin Hanbel,50,)

Her erkeğin, yaratılış tabiatı ile yüzünde az çok sakalı vardır; fakat bu nedenle bir erkeğin sakal ve bıyığını (her ikisini birlikte) komple dibinden kazıyarak kadınlara benzer tıraş olması yukarıdaki hadis’in uyarınca, ( güvenlik konumu itibarı ile tebdili kıyafet olarak özel durumları hariç) güncel dini yaşamın da yasaktır.
İslam karşıtı görüşteki, millet ve kişilerin kılık ve kıyafetine özenerek onlara bezmeyi ALLAH’ın peygamberi ret edip kendi zamanında ki çeşitli örnekleri ile yaşayarak bizzat kendisi Müslümanları onlara benzemekten ret etmiştir.

Bu konu ya önemle, Müslüman bir kadın (kocası eğer sakal koymak istiyorsa,) kocasından bütün Peygamber (A.S.) ların sünneti olan sakal ve bıyığını (ikisini birden)  kocasından dibinden keserek kazımasını istemesi şer-an hiçbir hanımın hakkı yoktur!
Müslüman bir erkeğin, kendi öz fıtratı olan, kadına (yakışan) uzun saçlarını dibinden kazıması erkeğin de kadınından isteme ye şer-an hakkına sahip değildir!
Ben ALLAH'ın yarattığı şekli (keyfiyetle) beğenmiyorum; biraz şurasını, biraz burasını başkalarına genç ve güzel görünmesi için estetik veya döğme ile çeşitli yazı ve şekiller yaptırması, Müslüman olan her İnsanı ALLAH muhafaza küfre götürür!
Çünkü her Müslümanın ALLAH-ın emrine uyup, Resulünün yaşadığı sünnet-i olan özel yaşantısını da azami olarak uymak zorunluluğu vardır.
Günümüz de yenilik olarak ortaya çıkan moda denen furyanın giyim tarzını "israfa yol açan ve başkalarının dikkatini çeken renk ve kalite lüks gösterişine varmadan" Müslümanlara özgün bir tarz da olması gerekir. Gayri Müslimlere ve erkek ve kadının karşı cinslere benzememesi kılık, kıyafet konusunda İslâm’ın özenle öngördüğü genel temel bir kuraldır.

Tabii burada şu hususu da vurgulamak gerekir; insan yüce bir davası İslam uğruna üzerine farz olan vazifeyi olumsuz tüm şartlara rağmen eda ederken, "giyim ve kuşamımla toplum dışı olmayayım", düşüncesi ve niyeti ile bulunduğu topluma uygun örf, adet, gelenek ve göreneklerine göre (sert-i avret) uyarak mahalinde kaldığı yöreye göre giyiniyorsa, bunda dinen bir mahzuru yoktur.

*Güzel giyinmek:
İslam, imkânı olanlar için israfa kaçmadan "düzenli ve temiz giyinmeyi" teşvik etmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
-"Güzelce giyinip kuşanınız. Kılık kıyafetinizi düzeltiniz; ta ki insanlar arasında siyah üzerindeki beyaz gibi temiz ve düzenli olduğu kadar da mütevazı görünesiniz."

Müslüman olan biri, hayatın her alanın da zorunlu olmadığı durumlar da, Müslümanlar için en uygun elbise giymelerini şu vasıflar la açıklaya biliriz:

A-Müslümanın giydiği elbise, mevsim şartlarına uygun olarak pamuk, keten ve yün gibi sıhhi kumaşlardan dikilmiş sağlıklı olmalı.
B-İçinin gösterecek kadar ince, şeffaf ve naylon su olmamalı.
C- Vücut hatların şeklini belli edecek kadar dar olmamalı, hangi tip elbise olursa olsun lüzumundan fazla (çirkinlik arz edecek şekilde) bol ve yerde sürünecek kadar da uzun olmamalı.
Ç- Erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere mahsus olan elbiseleri giymemeli,
D- Giyilen kıyafetin İslam’a aykırı (yazı ve resim) simgeler olmamalı, eğer olduğu hususunda tereddüt ediliyorsa kişi ‘o’ giysiyi (zor kalmadıkça) üzerin de dıştan görünecek şekilde giymemeli.
E- Üzerinde ayet ve hadis yazılmış olmamalı, ayrıca elbise­nin resimli olmamasına, üzerinde başka dinlere mensup ve manasını bilmediği reklam olarak temsil ettiği resim ve yazıların bulunmamasına dikkat etmeli.
F- Elbisenin bizzat üzerine aşırı derece de işlemeli “ziynete bürünmüş kadar süslü olmamalı, tabii ki giyenin kişinin de toplum ortamına uymayacak kadar da basit olmamalı; çünkü ALLAH-u Teâlâ kuluna verdiği varlığını kullanmak sureti ile üzerinde görmesini ister.
G- Mekruh olduğu için, erkekler kırmızı ve sarı (göze çarpıcı)  parlak renkli elbiseler giymemeli.
Ğ- Giyilen elbise dinimizde yasaklanmış deri ve kumaştan imal edilmiş olmamal. (Erkekler için ipek, kadınlar için mundar hayvanların derisinden yapılan elbise gibi)
H- Giyilen elbise deriden imal edilmiş ise, helal olan hayvanların derisinin usulüne göre de işlenerek temizlenip İnsan giyimine uygun “elbise ve ayakkabı” kıyafet olarak hazır olmalı.
I- Kişinin elbisesi vücudunu teşhir edecek şekilde değil; dinimizin aradığı vasıfları uygun giyenin tarzı şöyle bakıldığın da Müslüman olduğuna alamet olabilecek şekilde olmalı; asıl kaide ALLAH (c.c.) Hazretlerinin emrine ve Peygamberimiz (s.a.v.) efendimizin sünnetine uymak için giyinmeli.


İ-Her Müslüman, günlük hayatın da kılık kıyafetini düzenli ve tertipli giyinip başka birilerine gösteriş olacak tarz da dikkat çekici kılık kıyafet ile toplum içinde “şov yaparak” dolaşmaması gerekir.
j-Yarattığı her nesneyi görüp gözeten ALLAH –u Zül celal-in mülkünde yaşadığını ve kendisini her an nerede olursa olsun; Rabbi tarafından izlendiğini bilincinde olan İnsan ona göre mahremini koruyacak şekil de giyimli bulunması lazım.

Sakal, bıyık, giyim kuşam konusunun Müslümanlar arasında bir ihtilâf çıkarıp birbirlerini sucu, bucu diye dışlamaya varan eleştiri konusu olması, İslâm kardeşliğini ve müminlerin birlik ve dayanışmasını mani olan fitneyi çıkararak ümmet kardeşliğini zedeler. Hz. Peygamber'in (A.S.) sünneti olduğu için sakal bırakan kişiye saygı göstermek ve bu hareketinin övgü ve sevaba lâyık bir davranış olduğunu kabullenmek ne kadar gerekli ise, bu konuda farklı düşünen kişilere de daha esnek ve hoşgörülü davranarak başkasına saygılı olmak o kadar mühimdir. Aksi takdirde, yöresel örf ve adetlere bağlı kıyafetlerin şekil üzerindeki beyhude tartışmalar yapmak Müslümanların dinin özü ve içeriği, temel ilke ve gayeleri üzerinde birlik olup yoğunlaşmasını engel çıkararak olumsuz biçimde etkiler. Çünkü birileri bizlerin dikkatlerini dağıtarak başka kişisel amaçlı bölücü ideolojilerin hedefine saparak, birlik beraberliğimizi bozmaya çalışan İslam düşmanlarının gizli oynuna ne yazık ki, bilmeden yardım etmiş oluruz!

*Cenab-ı Hak yüce Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif meallerin de buyrulur ki:
-“Ey Âdemoğulları (kadınlar ve erkekler)! Size ayıp yerlerinizi örtecek örtü ve bir de süs elbisesi indirdik. Fakat takva elbisesi hepsinden daha hayırlıdır.”(A'raf 7/ 26)
-“Ey imân edenler! Yahudileri de Hıristiyanları da dost edinmeyin. Onların bir kısmı bir kısmının yardımcısıdır. Sizden her kim onları kendine örnek edinirse muhakkak o da onlardandır. Muhakkak ki ALLAH zalim bir toplumu hidâyete erdirmez.” (Maide, 51)
-"Peygamber size neyi getirip verdi ise onu alın, size yasakladığı şeyden de sakının." (Haşr Suresi 7)
-"Ey iman edenler, ALLAH ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde ondan dönmeyin." (Enfal Suresi 20)
-"Kim, bizim dışımızdaki, yabancı dini inançla kültürlerinde ki topluma benzemeye çalışarak ve onun da reklamını dahi yaparsa; o’ bizden değildir." (Hadis, Sünen-i Tirmizî ve Ebu Davud, libas 4) böyle buyrulmaktadır…

Mukaddes İslam dinimiz, her ilmi yeniliği bulup yeni buluşlarla, başta ümmet olmak üzere tüm insanlığa faydalı olmamızı ömrü boyunca her Müslümandan ister. Fakat son 3. asırdır ilmi yönden maalesef yabacıların düşmanca “yok şunu yapama günah, yok bunu deme günah, yok buna bakma, günah yok bunu öğrenme günah vb… Sahte din hocalarının savsatalar-ı sonuncunda ilerlemiş ülkeler arasında geri kaldık… Vatan ve milli, manevi değerlerimizin düşmanı olan hain güçler, bizleri top yekûn ayakta tutan inanç değerlerimizi tam olarak yaşamadığımızı fark ederek ve onun açığından yararlanarak planlı biçim de sinsice aşama, aşama uygulamaya koydular. Bizleri içimizden özellikle yazılı ve görsel medyalarını silah olarak kullanıp içten yıkma propagandalarına maruz kaldık. Başlattıkları askeri silahsız savaşın neticesin de ekonomi ve kültürel işgallerin başarısı ile şimdi bizler onların gerisinde kalarak pikolojik baskı ile bizleri aşağılık suçlu duygusuna iteleyip "siz bilemesiniz; siz yapmayın durun siz bizlere çalışın da biz yapalım; çünkü en iyisin biz bilir yaparız..." Bizlere, sömürü düzenini kurup kendilerine bağladıktan sonra,ulaştıkları emellerine karşısın da, bizlerin üzerinde elde ettikleri başarıların yanın da gururlanma alçaklığını gösterdiler!
Yabancılardan, asıl bizlerin almasını gerektiren kılık kıyafeti değil; ilmi gelişmeler karşısında rekabet oluşturacak ve onlardan “ilmi teknolojisini alıp” kendimizi dış dünyaya karşı geliştireceğimiz gerekirken ne yazık ki, “ hiçte lazım olmayan” köhnemiş örf ve adetleri ile beraber kılık kıyafetimizi onlara uyarlayarak ne acı ki beceremedik…
İslamiyet-e uymayan kılık ve kıyafet başta olduğu gibi, dışa bağımlı örf, adet olan gelenekleri tuhafça özenip kendimizi onlardan bir kimse gibi iç ve dış dünyaya nispet yaparak “şuursuzca” kendimizi gösterme sevdasına düştük.
Bunun la birlikte dinimizin emrince, nasıl bir kılık kıyafet kullanacağımızı yabancılara karşı çelişen komik, Müslüman örnek bir toplum olarak maalesef kendi din ve yabancı milletlerin görüş arasın da, Müslüman mı değil mi? Yaşantımızın, tamı tamına genel olarak hangi dine mensup olduğu belirsiz görünüm kimliği ile rezil durumuna düştük…
26.07.2015

Araştırmacı: Aydın Suyak

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Kadir Gecesi Hangi Gecelerdedir?


Resulullah’ın (asm) sağlığında bu gecenin hangisi olduğu merak ve araştırma mevzuu olduğu gibi vefatından sonra başta Hz. Ömer (ra) olmak üzere Ashab tarafından da araştırma konusu yapılmıştır.
İbn-i Hacer (ra), Kadir Gecesi'nin hangi gün olduğuna dair şer’i delillere dayanarak ileri sürülen görüşleri sayarken 46 görüş kaydeder.
Kadir gecesi'nin Ramazan ayı içerisinde olduğuna dair âlimlerin kuvvetli bir ittifakı vardır. Fakat Ramazan ayının ilk onunda mı, ikinci onunda mı yoksa son onunda mı olduğu konusu ihtilaflıdır.
Genel olarak Ramazan ayının son onunda ve yirmi birinci, yirmi üçüncü, yirmi beşinci ve yirmi yedinci gibi tek gecelerine tevafuk ettiğine dair rivayetler daha kuvvetlidir.
Kadir gecesi en kuvvetli görüşe göre Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde aranmalıdır.
Kadir Gecesi, Ramazan ayının son on gününde aranmalıdır. En kuvvetli ihtimalle, Kadir gecesi Ramazan ayının yirmi yedinci gecesidir.
Hz. Ömer (ra) bu hususta kuvvetli bir kanaate varmak arzusuyla Ashab’ı toplayıp fikirlerini alır. Hepsi de Ramazan ayının son onunda olduğunda icma’ ederler. İbn-i Abbas (ra)ve bazı sahabelerin görüşü yirmi yedinci gecedir. Ekseriyetle bu görüşte ittifak edilmiştir.
Hz. Muaviye (ra), İbn-i Ömer (ra) ve daha başka bir kısım sahabeler Hz. Peygamber'den (asm), Kadir Gecesi'nin Ramazan ayınınyirmi yedinci gecesi olduğu hususunda rivayetlerde bulunmuşlardır. Seleften Ahmed İbn-i Hanbel, Ebu Hanife (ra)gibi birçokları da bu görüşü benimsemişlerdir. (Kütüb-i Sitte)
Zerr İbn-i Hubeyş anlatıyor:
Ubey İbn-i Ka’b’a (ra) dedim ki, İbn-i Mes’ud (ra): “Bütün sene geceleri kalkan kimse Kadir gecesi'ne tesadüf edebilir diyormuş (ne dersiniz?).” Bana şu cevabı verdi: ‘Kendinden başka İlah olmayan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Ve o gece, Resulullah’ın (asm) bize kalkmamızı emrettiği gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun emaresi, o gecenin sabahında güneşin beyaz ve ışınsız olarak doğmasıdır.’ (Müslim)
İbn-i Hanbel (ra), İbn-i Ömer'in (ra) şöyle dediğini anlatmıştır:
Sahabe-i Kiram, devamlı olarak, Kadir gecesi'ni Ramazan ayının son on gününde gördüklerini Resulullah Efendimize (asm) anlatırlardı. Onların öyle anlatmaları üzerine, Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu: "Sizin bu görüşünüz tevatür haline geldi" Şu manada ki: Kadir Gecesi Ramazan ayının yirmi yedinci gecesidir. Her kim, Kadir gecesi'ni aramak ister ise, onu ramazan ayının son on gününün yedincisinde arasın. (Gunye)
Kadir gecesi bazılarına göre Ramazan ayının son on gün içinde muhtelif gecelerde aranmalıdır
• Hz. Bilal (ra) Resulullah’ın (asm) Kadir gecesi hakkında şöyle söylediğini işitmiştir: “O, son ondan yedinin ilkidir: Yani yirmi üçüncü gece.” (Kütüb-i Sitte)
• “Kadir gecesi'ni (Ramazanın) yirmi dördünde arayınız.” (Buhari)
• Hz. Aişe’ye (ra) göre: Kadir gecesi, Ramazan ayının yirmi dokuzuncu gecesidir. (Gunye)
• Hz. Hasan ve Hz. Ebu Zer’e (ra) göre: Kadir gecesi, Ramazan ayının yirmi beşinci gecesidir. (Gunye)
• Hz. Ebu Bürde Eslemî’ye (ra) göre: “Kadir gecesi, Ramazan ayının yirmi üçüncü gecesidir.” (Gunye)
• İmam-ı Şâfiî’ye (ra) göre: Kadir gecesi, en kuvvetli ihtimalle, Ramazan ayının yirmi birinci gecesidir.
• İmam-ı Mâlik'e (ra) göre: Birbirinden ayrı tutulmamak şartı ileKadir gecesi Ramazan ayının son on günlerinde aranmalıdır. (Gunye)
Kadir gecesi bir rivayete göre Ramazan ayının tamamında aranmalıdır
Resulullah’a (asm) “Kadir gecesi Ramazanın neresinde?” diye sorulmuştu. O: “Ramazan ayının tamamında!” diye cevap verdi. (Ebu Davud)
Kadir gecesi diğer bir rivayete göre sene içinde aranmalıdır
Kadir gecesi'ne dair son görüş ise; Ramazan ayı içerisinde değil, senenin her hangi bir gecesindedir. Buna göre mü’min her gecede teyakkuz ve tövbede olmalıdır. (Kütüb-i Sitte)

İmam-ı Şa’rani hazretleri ve Ebül Hasan Harakani Hz.buyururlar ki:
-"ALLAH'ın inayetine hamdolsun ki, büluğ çağından beri Kadir gecesini hiç kaçırmadım."

-Ramazan, pazar günü başlarsa, Kadir gecesi 29. gecedir.
-Pazartesi güne başlarsa, 21.gece,
-Salı gün başlarsa, 27. gece,
-Çarşamba günü başlarsa,19. gece
-Perşembe başlarsa 25.gece,
-Cuma başlarsa,17. gece,
-Cumaertesi başlarsa, 23. gecesidir buyurmuşlardır,
(Mişkat-ül-envar, Şir’a-tül-İslam)

Görüldüğü gibi iki büyük âlim de, aynı şeyi bildiriyorlar.
Geçmişte, birçok Evliyaullah bu cetvele göre Kadir gecelerini ihya etmeye çalışmışlardır.



Cenabı ALLAH, sadece efendimizin (As.) ümmeti olan bizlere bağışladığı Kadir gecesini hangi güne rastladığını peygamberine söylemediği geceyi ülkemizde ki vesaret altında ki yerleşik düzenin kurduğu (DİN YETİMİM) güdümünde olan kurumun başına getirilen yamakları, meğer ne kadar keramet ehli mubarek adamlarmış ta "Ecnebilerin her sene kutlama günü icat ettiği gibi" Kadir gecesinin Ramazanın 26, 27 yedinciye bağlayan gece olduğunu söyleyerek geleneksel gün haline getirdiler?..
-Her geceyi Kadir, her gördüğü kişiyi Hızır olabileceğini var sayarak ömrünü bu şuur içinde geçirenlere ne mutlu.

Düzenleme: Aydın Suyak

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Bunlar Kabir de Sorulmaz!


Namazın Hikmeti

   
*Din:
İnsanoğlu dünyaya geldiğinden bu güne kadar kendine göre (ihtiyaç duydukça), hayatını bireysel ve toplumsal ilişkiler de düzenli yaşayabilmek için, bir dini inanç arayışı içinde bulunur.
Kişiler kendi hayat görüşüne uygun bir Din bulduğunda, bu dinin hükümlerini öğrenip imkânlar için de az çok bildiğine bağlı (inancının verdiği manevi gücü olan dindarlığı kadar) gün de veya ay ve yılda çeşitli zaman dilimleri içerisinde kişi, mensup olduğu dinin ibadetlerini hayatına fiilen yansıtmaya çalışmasıdır.
*İslam:
Bizim dinimiz İslam da hem bu dünyayı, hem ahiret hayatını refah ve huzur, içerisinde, bireysel ve toplumsal düzenin tümünü içine kapsayan biçim de, bir mutlu yaşam reçetesini yasak ve emirlerine riayet ederek ( zamanına göre) Peygamberleri vasıtası ile sunmuştur.
Sağlıklı yaşam tarzı için, ALLAH (c.c.) indiğinde hak olan ve Din gününün tek sahibi hazreti ALLAH-u Zülcelel vetekaddes hazretleri bütün gelmiş geçmiş insanlık tarihin de tek din olarak biz kullarına en uygun son şekli ile (mükemmel) yüce İslam’ı dinini getirmiştir…

-Bunu mukaddes, hakiki son kelamı olan Kur’an-ı Kerimin de bütün insanlığa şöyle buyuruyor:
“Doğrusu ALLAH katında din, İslâm’dır; o kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyan) olanların anlaşmazlıkları ise, sırf kendileri ilim sahibi olduktan sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim ALLAH’ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, ALLAH hesabı çabukcak görendir.” ( Al-i İmran,19)
İslam’ı açıkça, en güzel anlaşılır biçim de kıyamete kadar (eğer çarpıtmadan düzgünce anlıyorsak) son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vesselem) aracılığı ile cümle iman eden İnsan ve cinlere ilahi emrini önemle duyurmuştur…

Dinimizin gereği, İmandan sonra ibadetlerini icra etmek için belirli ön şartlar da vecibeler konmuştur.
Bunlar : Kelime yi şehadet getirmek, Namaz kılmak,Oruç tutmak, Zekat vermek, Haç etmek gibi İslam'ın öncelikle yapılması önerilen (Rabbine karşı kulluk için) ibadetler de temel başlıca unsurları vardır.
Bunlara, Fıkıh âlimleri İslam’ın temel şartı olarak Namaz ibadetini Kur’an ve sünnet ışığın da ilk sıralamaya koymuşlardır.

*Namaz nedir:
Bizleri yaratan Mevla’mızın kullarına maddi, manevi yönden, dünya ve ahiret hayatında, bedensel ve ruhsal yönden birey ve toplumların sıkıntılara düşmesinler diye, günün belirli muayyen vakitlerinde kılınmasını emrettiği ibadette (şife an) mükemmel olan yüce buyruğudur.

ALLAH-u Teâla, Kur-an-ı Kerimin de bizlere Namaz kılmak için ”bazı ayetlerin birin de” şöyle buyurur:
“-Ben, cinleri ve insanları (beni tek bir ilah olarak tanıyıp vefa borçlarını ödemek için) yalnız bana ibâdet etsinler diye yarattım. (Zariyat,56)
“-Şüphesiz ben ALLAH’ım; benden başka (hakiki) hiçbir ilâh yoktur. Onun için yalnız bana ibâdet edin ve beni anmak için Namaz kılın.” (Ta-Ha,14)

-Elhamdülillah ben de Müslümanım diyen bir kişinin, Amentüyü içeren iman ettiği etkenlerden sonra, amel olarak yapacağı ilk icraatı kişinin Namaz kılmasıdır.
Çünkü insanoğlu ekmeli mahlûkat olarak, yükümlü olduğu diğer varlıkların haklarından sonra, kendisini yaradan Rabbi için kulluk görevi olarak akıl sahibi olup da ergenliğe yetişmiş her insanın vefa borcunu ödemekle ALLAH –u Teâlâ kullarını sorumlu tutmuştur.
Müslümanın, diğer dinlerden İbadet için en önemli farklılıkların başın da Namaz gelir!..



*Namazın daveti olan Ezan:
Bizleri ALLAH’ın tek birliğine ve Muhammed (A.S.) elçisi ve kulu olduğuna şehadet ederek tüm insanlığa iki cihan selameti için, “Namaz ’la” kurtulmaya, huzura, feraha kavuşmaya çağıran, gece ve gündüzün belirli vakitlerde yapılan ilahi bir davettir.

-Bu konu da bir Hadis-i Kutsi şöyle geçer:
Ukbetu’ibnu Amir Radiyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Resulullah Aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğunu işittim’
“Rabbin, dağın ıssız tepesindeki şu çobana, hayret eder ki, o’ namaz için ezan okur ve sonra da namazını kılarsa, ALLAH-u Azze ve Celle de :
Hele şu kuluma bakın, kimsenin baskısına kalmadan ve kimselere riya yapmadan ezan okuyor, namaz kılıyor, benden korkuyor ben de bu kulumu bağışladım ve onu cennete koydum, diye buyurur. ”
(Nesai, Ezan: 26-35 Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 61.)
Eğer Mümin bir kimse, Ezan okunurken her hangi bir işte uğraşıyorsa, ezanı duyunca uğraştığı işi kısa bir ara verip okunan ezanı birlikte kısık sesle kendisi de iştirak ederek katılması sevaptır.

Bu, İlahi yüce davete Namaz için ön hazırlığını yapıp katılmak biz kulların, Rabbine karşı bedeni ve ruhu ile yapacağı samimi inancının gereği olmazsa, olmazı farz olan Namazını kılmak, başta Müslümanların ve bütün İnsanlığın mutlak, asil, ulvi yüce kulluğun mukaddes vefa borcudur.

*Kâbe’ye yönelmek:
-Kâbe’nin sahibi ALLAH-U Teâlâ buyurur ki:
“-Her Milletin kendi inancına göre yöneldiği bir yönü ( kıblesi) vardır. Ey Mü’minler) O hâlde şimdiden hayırlı işlerde yarışın! Nerede olursanız olun, ALLAH sizi hep birlikte ( bir gün er veya geç) huzurun da toplayacaktır. Muhakkak ki ALLAH, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Bakara, 148)
“-İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek İslam âleminin hidayetine feyz kaynağı olan Kâbe’dir” (Al-i İmran, 96)
-Hani İbrahim’e Beytullah (ALLAH-ın evi) (Kâbe) yerini gösterdik ve kendisine şöyle dedik; “Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve bu evimi Hac ta tavaf edenler, kıyam, rükû ve secdeye varanlar için temiz tut”. (Hacc,26)
“- Biz Beytullah’ı insanlara ibadet için emniyetli, ulvi toplantı yeri yaptık. ” (Bakara, 125)
ALLAH’ın hiçbir mekâna ihtiyacı yoktur; kendisine özgü sabit bir mekânı da yoktur. Bütün kâinatı yaratan tek bir ilâh olan ALLAH’a aittir. ALLAH her yerdedir; Çünkü bir insan aynı anda her yere yönelemeyeceği için, simge olarak belli bir yerin noktası seçilmiştir. Yeryüzünün yaratılışın da, ilk başlangıç merkez noktası olan yer Kâbe’nin bulunduğu yerdir.
Kıble:
“- (Ey Muhammed) biz senin yüzünün göğe doğru dönüp durduğunu görüyoruz. İşte şimdi seni, memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram (Kâbe) tarafına çevir.
“-(Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazlarınız da) yüzlerinizi o Mescidi Haram tarafına çevirin. Şüphe yok ki iman edenler, onun Rablerinden gelen buyruğun doğru olduğunu çok iyi bilirler. ALLAH kitap ehlinin yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara, 144)

Mü’minlerin ibadetler de birlik oluşturmak için yöneldiği ve Cenabı ALLAH-ın benim temsil ’en evim dediği mübarek yerin yönüdür; ümmeti Muhammedin kıblesiz (gelişigüzel, darmadağınık) yeri ve mekânı tabi ki olamaz…

-Kâbe’ye saygı göstermek:
İbadete başlarken ve istirahat esnasında, kıbleye bedeninin önyüzünü çevirip yönelmek (Müstehap) sevaba vesile olan adaptandır; fakat tuvalet, banyo ve cinsi ilişki esnasında kıbleye yönelmek (Mekruh) sevapları gideren edepsizliktir.
Namaz İslam dinin temelidir. Kâbe’nin kâinatın yaratılışın da merkezi temel yeri olduğu düşünülürse, namazımızda Kâbe ye yönelmenin ne kadar hikmetle önemli olduğu anlaşılır.

*Niyet:
Bir işe, kalbin akılla birlikte karar vermesi ve hangi davranışın ne amaçla yapılacağını dair, aklın bedenle icraatını fili olarak uygulama planına koyması demektir. Namaz için ALLAH’ın(c.c.) emrini yerine getirmek suretiyle ALLAH’a (c.c.) ciddiyetle “evet ben hazırım” demeyi kastetmektir.

-Geçmişte büyüklerimiz namazlarını şöyle niyet ederlerdi:
“Niyet ettim ALLAH rızası için şu…. …Vaktin ” Farz, Vacip veya Sünnet” Namazını kılmaya, yönüm Kıble, önüm Kâbe, durdum divanına, uydum Kur’an’ına, Sağ yanım Cennet, sol yanım Cehennem tekbir getirip namazına böyle niyet alıp başlarlar idi.”

-Hadis-i Şerifte Resulullah (aleyhi ve selam) buyurur ki:
“Ameller ancak kalpten geçen halisane niyetlere göredir” (Buhari, Bed’ul-Vahy, 1)

İlk başlangıçta açılış (İftitah) Tekbiri:
Tekbir “ALLAH’u Ekber” demek:
ALLAH bir ve ondan başka İlah yoktur” dediğimiz zaman aklımıza gelen tüm dünya ve ahiret düşüncelerin meşgul ettiği (ALLAH’tan gayri ne varsa hepsini) ardımıza atarız; çünkü yaratılan hiçbir şey O’ndan daha üstün ve önemli değildir.
Namaza İlk başlarken “ALLAH’u Ekber” diyerek ellerimizi kulaklarımıza kaldırdığımız da, Sağ el ahireti temsilen, sol el de dünyayı temsilden ibârettir.
Her iki eli kaldırmak ise, dünya ve ahireti arkama atıp, senden gayrisin den alakamı kestim; ALLAH’ım rızan için, bu aciz kulun senin emrine uyarak huzuruna geldim demektir.
ALLAH’ın (c.c.) Rahmet ve merhamet kucağına sevgi ve umutla gazabından merhametine sığınarak, kendisini ve diğer mahlûkatı yaratan ilahın görünür görünmez her şeyden ne kadar yüce büyüklüğü anlayıp ve onun karşısın da tekbir getirerek, hürmetle bütün kanaati ile tasdik etmektir.
*Kıyam, elleri bağlamak:
Namazın farzlarından biri de kıyam, yani ayakta durmaktır. Namaza niyet edip tekbir getirdikten sonra, (kıraat) okumaların bitimi süresince ayakta durmak farzdır. Bu aynı zamanda bir rükün (harekette usul)dür.

Daha sonra Sübhaneke ile büyüklüğünü takdime başladığın da:
ALLAH! Sen ki, bütün noksanlıklardan uzaksın. Seni daima böyle kusursuz kabul eder ve yüceliğine hamd ederim; senin şanın en büyük ve mübarektir; varlığın her şeyden üstündür; senden başka (tapılacak) bir İlâh yoktur.
Manasını düşünerek huzurun da methi sena ile ilk konuşma açılışı yapar.
Euzü çekip Şeytan la kötülüklerin şerrinden sığınarak, ALLAH-ın adı (besmele) ile başlayıp,
ALLAH-hu Azimüşşanın kendi kelamı Kur-an-anın başı ve özü olan Fatiha’ ile devam eder:
1- Hamd o âlemlerin Rabbi,
2- O Rahmân ve Rahim,
3- O, din gününün maliki ALLAH’ım.
4- Ancak yalnız sana kulluk ederiz ve ibadetle ancak yalnız senden yardımla inayet dileriz.
5- Bizleri, sağlam, dosdoğru bir yolla hidayete eriştir.
6- Kendilerine nimetler verdiğin O’ mutlu kimselerin yoluna ilet; fakat o gazaba uğramış ve ‘O’ sapıtmış asilerin yoluna değil.
Okunan Fatiha ’sürenin anlamın da kendi din kardeşleri ve diğer tüm İnsanlığın geleceği için dua ederek, Rabbimize karşı kulluk ahdimizi tazeleyip, Âmin ile kabul etmesi için yine ondan rica ederiz.

*Bir Hadis-i Kutsi de yüce ALLAH-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Ben namazdaki Fatiha suresini kulumla kendi aramda ki, hikmet le sır payını yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği payı onundur.” der ve şöyle devam eder:
Kul: “Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn” dediği zaman, ALLAH: “Kulum beni hamd ile senâ etti” der.
Kul: “Mâliki yevmiddîn” dediği zaman, “Kulum dinim (İslam) ile beni övdü” der.
Kul: “İyyakena’budu ve iyyakenestain” dediği zaman: ALLAH: ” kulumun ibadeti, yalnız onunla benim aramdadır ve kulumun işlediği amel şüphesiz doğru ve haktır” der.
Kul: “İhdine’ssırâta’l-müstakîm sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’l-mağdubi aleyhim ve le’ddallîn” dediği zaman ALLAH: “İşte bu benim takva sahibi Salih kulumundur; kulumun istediği hakkıdır” buyurdu.”

*Kıyamın hikmetine gelince:
“-Yaratılan hiçbir şey yoktur ki, ALLAH’ı tesbih ve O’na hamd etmesin…”(İsra,44) Ayeti şerifinde buyurduğu gibi Halik’ın yarattığı mahlûkatın en şereflisi ve yeryüzün de halifesi olan İnsanoğlu adam gibi Âdem olmalı… Bizleri yaradan ALLAH (c.c.) ismi ile baş (A) harfi aynı olan; Elif ‘in (A) misali dimdik durmalı… Kulun Askeri esas duruşunda ki ciddiyeti ile ve bir kölenin sahibi karşısında el pençe divan ile saygıdan durduğu gibi, Azametinden, dağ ve ağaçların titreyip zikir halin de ayakta duruşun da ve dibine “secde edeceği” kendi gölgesinin düştüğü yere bakınarak kıyama durur.
Semalarda melekût âleminin sürekli kıyam da durarak tespih eden Meleklerle birlikte, ayak­ta durma kudretini bizlere veren ve böylece (Ahsen’i takvim) en güzel biçim de yaratılma özelliğimizi oluşturan, Rabbimizi hamd ile anarak, halimizi niyaz ederiz. Kerim kitabından bir kısım süre ve ayetler okuyarak “var oluşumuzun sebebini tek ona borçlu olduğumuz,” Halik-i Zül-Celal yüce yaratıcımız la samimi diyalog kurarak onun kelamı ile huzurun da bir nevi muhabbetle konuşuruz.
Kişi, kıyam da ardına dünyayı, ayaklarının bastığı yeri sıratı, sağına Cenneti, soluna Cehennemi, önüne baktığı yeri ahiret olduğunu farz edip, korku ve ümit arasında belki de bu son kıldığı Namaz olabileceğini düşünerek devam etmeli.
“- Sana Kur’an’dan vahiy edileni oku ve namazını kıl; şüphe yok ki namaz, İnsanı çirkin ve kötü işlerden alıkoyar. Elbette ALLAH-ı anmak, pek büyük ibadettir; ALLAH, Âlim’dir ne işlerseniz hepsini şüphesiz hakkı ile bilir.” (Ankebut,45)
“-Mü’minler dünyevî düşüncelerden sıyrılarak, namazın vakitlerini ve rükünlerin (iç ve dış) erkânını muhafaza edip kılanlardır.” (Mu’minun,9)
“-O’ kimseler ki, namazını huşu (gönül rahatlığı) içinde tam kılarlar.” (Mu’minun,2)

Yeryüzünde ALLAH-ın halifesi olan insanoğlu Cenabı Hakkın emrine uyup, rızası için birinci kulluk görevi olan Namazın ifası için “ Rabbinin yüceliği karşısın da “ edeple huzuruna iltica ya varıp, kulluğuna yakışanvefa borcunu eda etmesi kadar, en tabii hakkı olabilir ki?

*Rükû: Eğilmek:
İnsanoğlu, kendisi gibi aciz birinin karşısın da dünyalık bir şeyler elde etmek amacı uğruna, “ALLAH’ın” kendisinden başka yaratığı hiç bir varlığa boyun, bel büküp alçalmak fıtratında ki şerefine aykırıdır. Çünkü eğer uğrunda eğilecek biri varsa, adam gibi Adam’ın (D) si olan (dal) misali tevazu gösterip, fani olan varlıklara değil “her şeye sınırsız mülk ve kudreti ile sahip olan” yalnız Halik-ı Zülcelal’e boyun eğip bel bükmelidir!
Çünkü kâinatta ki, bütün varlıkları yoktan var eden ve ondan hayati olarak her şey kendisine ( mecburen devamlı) muhtaç olan, Gani kerem ve merhamet sahibi ALLAH-u Rahman vardır.
Yarın, ALLAH’ın kıyamette huzuruna varacağımız “çetin” muhasebeyi hatırlayıp, kulluğunu hakkıyla yerine getiremediğini düşünerek, mahcubiyetin verdiği eziklikten dolayı yücelik azametine sığınarak hürmetle saygı duyar.
Rükûunun hikmeti:
Mevla’sını devamlı rükû halin de zikreden meleklerle, ağaçların ve bitkilerin salkım duran dallar ve üzerinde ki yapraklarla, sürekli beli eğik yürüyen ve canlı cansız duran mahlûkatlar misali, Rabbinin Azim olan Aziz yüceliğini methi sena etmek için rükûa eğilir.
ALLAH-u Azimüşşanın (Sübhanerabbiye’l-azîm) tespihinde, ”En yüce olan rabbim; ne büyüksün…” Ulûhiyetini tekrar ede, ede nefsindeki, kibir-i yok etmeye ve kalpte ki iman itikadını perçinlemeye çalışırken başını rükûdan ALLAH’ın (c.c.) azametinden de gazabına uğramaktan korkup, rahmetinden merhametine sığınarak umut la, başını rükûdan doğrularak kaldırır.
Rükûdan doğrulurken de şunu söyler:
-Semi ALLAH-u limen hami deh: ALLAH kendisine hamd edeni işitendir.
Rükûdan tam doğrulduktan sonra da şunu söyler:
-Rabbena leke’l-hamd: Ey Rabbimiz! Her çeşit hamd ancak ve yalnız sanadır.
Evrende ki, her şeyin sahibi olan Rabbimiz buyurur ki:
“-ALLAH ‘tan isteyebileceğiniz her nimeti (nasibinizce) size vermiştir; onun nimetlerini sayacak olursanız saymaya güç yetiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür. (İbrahim,34)

-Âdemoğlu, sahibinin mülkünde yaşadığı dünya hayatın da ömrünün her anın da, türlü sayısız nimetlerinden faydalanırken,” bunun bilincin de olarak” biz kullar ne kadar şükür etsek te yine aciz kalırız; ne yazık ki asi, nankör olanlar ise ”nemiz var ki; neyi şükredelim” derler…

*Secde: Yüz üstü yere kapanmak:
Kul, tam bir tevazu ile kibirden gururunu kırmış; engin acizlik duyguların zirve duruğuna yükselip hissettiği Rabbi ile vuslat anıdır.
Çünkü ALLAH-ın Resül-ü (s.a.v.) bir hadislerin de şöyle buyurmuştur:
-“İnsan namazda, secde halinde yer de iken ALLAH (c.c.) en yakın vaziyet te olduğu anıdır.” (Hadis, Müslim)

İnsanoğlu Âdem ismimin (Mim) M, misali kul kurbanlar gibi teslimiyet le başını yüzüstü yere koyup secdeye kapanarak İlahına şöyle seslenir:
Sübhane Rabbi yel- â’lâ:
Rabbim bütün noksanlıklardan berisin; seni takdir ederim ki, sen en büyüksün…
Secde ALLAH’tan (c.c.) gayri olanı benliğinden terk ederek O’nun (c.c.) kusursuz güzelliğine karşı (Esma- ül Hüsna) kutsi isimlerin, sıfatlarına hayretle mükemmelliğini anlamaya çalışıp, alçak gönüllülükle “Sübhane rabbiyel a’lâ” derken, bütün kalbi ile takdir ve tanzim edip, Azameti Huda’yı tespihatla anmaktır.
İkinci secde bütünleyicidir. Zatından dış görünüşüne mahsus, bireysel fiili olarak kendi bünyesin de ki tarzla özel bir hareketi yoktur.

*Secdenin hikmeti:
Secde de ki şeklimiz ise, yeryüzüne serilmiş toprağın ve onun üzerin de yaşayan sürüngen hayvanatın, yerlere uzanmış bitkilerin ve daima meleklerin ibadetlerinde ki zikir hallerini andırır. Kâinatta, canlı cansız cümle yaratılmışlar tüm varlık olan etkenlerle birlikte, namaz içinde ki rükün olan hareketler ile zikir ederken, (şeklen ve ruhen) hep birlikte namaz ile ihya etmiş oluyoruz.
Çünkü her yaratılan nesnenin, fıtratına özgü biçim de kendi iç âleminde kendinden içeri özel bir gizli kimliğe sahiptir.
Cenabı ALLAH-ın, canlı cansız bütün yarattığı varlıkların kendisini nasıl zikir ettiğini yüce kitabında ki bir ayette bizlere şöyle açıklıyor:
“-Yedi kat gök, yer ve buralardaki varlıkların tümü O’nu tenzih ile noksanlıklardan uzak olduğunu dile getirirler. Evrendeki her varlık, O’nu överek tespihle zikir eder, fakat siz bu varlıkların zikri yatını anlayamazsınız. Hiç kuşkusuz O, kullarına karşı (Halim) yumuşaktır, (Gafur) affedicidir.” (İsra,44)

*Tahiyyat ve Selam:
Bu hareketleri bir dizi tekrar etmesinden sonra kişi kendini, arada hiçbir vasıta veya aracı bulunmaksızın doğrudan doğruya şahsen ALLAH-ın huzurunda bulur ve ondan güven ve umut la yardım talep eder. Kullar Namaz la her Resulullah (Aleyhi vesselam) Miraçta buluştukları gibi daima bu ikisi arasında bir selamlaşma gerçekleştirilir. İşte namazın bir kısmında (teşehhüt) oturma kısmı namazını eda etmekte olan Müslüman, Miraç esnasında efendimiz (s.a.v) ile ALLAH(c.c.) arasında karşılıklı edilen selamlaşma örneğini aynen namaz la tekrar etmiş olur:
“Et-Tahiyyatü lillahi, ves-salavatü vettayyibatü. es-Selamu eleyke eyyuhen-Nebiyyü, ve rahmetullahi ve berakatüh. Es-Selamü aleyna ve alâ ibadillahissalihin

Anlamı:
-Her türlü hürmet, salavât ile istenilen bütün iyilikler ALLAH-u Teâlâ’ya mahsustur.
Ey Nebî! ALLAH’ın selâm, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun.
Selâm, bize ve ALLAH’ın sâlih (doğru hareket eden) kullarının üzerine olsun.
Şehadet ederim ki, ALLAH-ü Teâlâ birdir ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O’nun kulu ve Resulüdür.

İnsan bu vaziyetiyle, devamlı oturarak ibadet eden meleklerin ve oturur gibi görünen taşların, dağların ibadetlerini temsil eder. İnsan sahip olduğu her varlığın Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu Tahiyyat ile tasdik eder. Hakkı’n birliğine ve resulüne şahitlik etmekle imanını yeniler. Teşehhüt, bir nevi miraç olan namazda, miraçta Cenab-ı Hak ile Efendimiz (s.a.v) arasındaki buluşma da oluşan kutsi sohbeti namazla bir nevi hatırlamaktır.

-ALLAH-u Teâlâ’nın, Kur-anı Kerimde biz kullarına farz olarak emrettiği Namazla ilgili bazı ayetler:
“-Namazı kıldıktan sonra ayaktayken, otururken ve yanınıza yaslanınca ALLAH’ı anın, siz emniyete ve huzura ulaşınca da namazı tam erkânı ile dosdoğru kılın; çünkü namaz, müminlere belirli vakitlerde kılınmak üzere farz la emir edilmiştir.” (Nisa,103)

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar bir birlerinin velileridir. İyiliği emrederler; kötülüğe engel olurlar. Namaz kılarlar, zekât verirler. ALLAH’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara ALLAH rahmet edecektir. ALLAH şüphesiz güçlüdür, hâkimdir. ALLAH mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir. ALLAH’ın hoşnutluğu ise en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe 7/71-72)

-Bakara Suresinin başında da Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Elif, lâm, Mîm. Hiç kuşkusuz bu kitap, kendilerini günahlardan korumaya çalışan, görmediği halde inanan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (ALLAH yolunda) harcayanlar için yol göstericidir. Onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere ve ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte, Rab’lerinin yolunda olanlar ve kurtuluşa erecek olanlar onlardır.” (Bakara 2/1-5)
“-Ey iman edenler! (karşılaştığınız sıkıntılara)Sabırla ve namazla (Rabbinize iltica edip) yardım dileyin! Şüphesiz yaptıkları amellerde samimi olmayan( ikiyüzlü) münafıkların ibadetleri onlara elbette ağır gelir.” (Bakara,45)

Rabbimiz, namaz yükümlülüğünü hakkı ile yerine getirmeyen kimselerin akıbetini bizlere kelamı Ekber ile Müddessir ve Meryem surelerin bazı ayetlerin de şöyle haber vermektedir:
“Suçlulara: “Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?” diye sorulduğunda,
Onlar derler ki: ‘Biz namaz kılanlardan değildik.’
‘Düşkün kimseyi doyurmuyorduk.’
‘Batıla dalanlarla biz de dalardık.’
‘Ceza gününü yalanlardık.’
‘Ölüm bize (ansızın) o haldeyken geldi.’ (Müddessir 74/40-47)
-Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allahı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve ALLAHı nede çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
-De ki: “Şüphesiz benim namaz ve diğer ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan ALLAH’ındır.” (En’am Suresi, 162)

-Bir hadisinde âlemlere Sultan sevgili önder, iki dünya vekilimiz Peygamberimiz (A.S.):
“Benim namazları nasıl kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız!” (Buhari, Ezan, 18)

İman da olgunluğa eren her Mü’min, Mürşit, Âşık, Veli, Zahit, Abid, Sofi, “Hak dostu, gerçekten ALLAH’a iman eden bu kullar, kimin karşısın da olduğunu bilincinde olanlardır.
Bu kimseler namaz esnasın da kendi beşeri benliğin den sıyrılarak, “dünyada hiçbir şeyin veremediği “manevi feyzin hazzından aldığı ulvi tadın cezbesini şifahen ruhuna doldurup doyasıya yaşayan, ALLAH’ın sevdiği mübarek örnek kimselerdir.

Cenabı ALLAH, kimlerin samimi bir Müslüman kul olduğunu ve İslam’ın birinci şartı olan Namaz ve diğer ibadetlerin de nasıl bir Ruh halin de amel ettiğini, Âlim sıfatı ile şüphesiz çok iyi bilendir.

Her hangi bir kimse, ruhen bu seviyeyi yakalayamaması namaz kılmaktan vazgeçmeyi gerektirmez.
Bir gönül ehli şöyle diyor:
“Önünde beklediğiniz kapıyı cevap almak için çalınız. Cevap gelmeyince (hemen) vazgeçenler aslın da muhtaç kişiler değil demektir. Bu durumda ev sahibi ona ilgi göstermez.
Bu yüzden namaz terkedilirse, maddi ve manevi, dünya da bireysel ve toplumsal düzenin sağlığı açıdan uhrevi kazanımlarından kişinin çok büyük kayıplara uğrayacağını, ALLAH-u Teâlâ ve Resul-ü (A.S.) çeşitli örnekleri ile açıkça Kur-an ve hadislerde bizlere belirtmişlerdir.
Mevla’mıza aslen yardıma muhtaç olan bizleriz; onun kapısından başka birilerin de umut aramak beyhudedir… Rahmetim azabımdan büyük dediği onun rıza kapısı ümitsizlik kapısı asla değildir; ALLAH-a samimice yaklaşıp sen benim yegâne tek bir ölümsüz dost, en sevgili, en büyük sığınacak kurtarıcı, en büyük kerem sahibi, taptığı mabut Rabbini kabul ederek kapısına varanlar, umutsuzluğu düşen o’ kimseler inşe-ALLAH elleri boş dönmeyecektir.

Bu kimseler için, şah damarından daha yakın olan ALLAH-u Teâlâ kelamı ekberin de her kese şöyle buyuruyor:
“-Kim (ALLAH yolunda veya nefsi ile) mücadele de gayret ederse, kendi menfaatine olacak (sevabı) iyilik için çalışmış olur; çünkü ALLAH bütün âlemlerden müstağnidir; (hiç kimselerin asla bir yardımlarına muhtaç değildir! (Ankebut,6)

“-De ki: Muhakkak benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbİ olan ALLAH içindir”. (En-am,162)

Velhasılı, her türlü hak-lar için hakiki adalet sahibi ismi ile Adil olan ALLAH (c.c.) buyurur ki:
“ 7. Kim, zerre miktarı hayır yapmışsa, onun mükâfat (iyilik) görür.”
“8. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onu mükâfat (ceza) görür!” (Zilzal)
Sadakallahül Azim: ALLAH doğru söyleyenlerin en büyüğüdür…

Rabbim, kılmaya çalıştığımız namazlarımızı ulu divanın da yüzümüze kara bir amel olarak vurmasın.
Settar, ismi hürmetine kusurlarını af edip İnşe-ALLAH kabul buyursun.
ALLAH-ın Rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun. Amin…
4.7.2015
Aydın Suyak