28 Aralık 2017 Perşembe

Cami Adabı



Camide ALLÂH’ın (cc.) evin bulunduğunu saygıyla hatırlanmalıdır.

Camiye başkasının huzuruna çıkılmayan uygunsuz avret yeri açık kıyafetle gelinmemeli ve  veya bu kısmın altında ki şeklini belli etmeyen bol bir kıyafetle gelinmelidir.
Üzerinde yanındakini rahatsız edici sert esansla ve kötü koku yayan kirli giysili çorapla girilmelidir.
 Mümkünse, Ezanda önce girilmeli ve Cep telefonu kapalı veya sessiz bulunmalıdır.
Girerken "birilerini itelemeden" sağ ayakla, çıkarken sol ayakla çıkılmalıdır.
Nerde boş yer var ise, kimseyi de rahatsız etmeden ön safta boş olan yere oturmalı.
Zorunlu olunmadıkça yüksek sesle dünyalık muhabbet edilmemeli ve oturup vaaz veya Kur’an okunuyorsa sessizce onu dinlemeli.
Namaz vaktine kadar tespih çekerek tefekkür içinde ibadetle meşgul olmalı.
Edeple derli toplu oturmalı. Fakat herhangi bir özrü varsa, ayaklarını uygun biçimde birleşik oturmalıdır.
İbadet yerleri kâffe ve Restoranlık bedeni ihtiyaç yeri olunmadığı; unutulmamalıdır ki; kutsal mekanlar ruhun manevi ihtiyaç yerleridir.
28.12.2017
***
Düzenleyen : Aydın Suyak
 
 
 


14 Aralık 2017 Perşembe

Esnaf Duası


Aziz Mahmud Hüdâyi Camii İmam Hatibi Hafız Mustafa Efe’nin pazartesi sabahları Üsküdar’da Hüdâyi Camii’nde yaptığı “Esnaf Duası”…

Âmin

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillâhirrahmânirrahim El-Hamdülillahi Rabbilâlemin

Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlina Muhammedin ve Alâ Alihî ve Sahbihî Ecmaîn.

Ey Yerlerin ve Göklerin Yegâne Sahibi!..

Ey Bizim Sahibimiz!..

Ey Bizim Sahip Olduklarımızın da Sahibi Olan Yüceler Yücesi!..

Ey İstediğini İstediğine Veren ve İstediği Vakit Alma Kudretine Sahip Olan Yüce Allah’ım!..

Ya Rabbel-Âlemin veya Erhamerrahimin…

Zatı İlahine İman Ederek, Habibi Edibin Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) Ümmet Olarak, Kelamullaha Gönül Vererek Huzuruna Geldik…

YA RAB

Ellerimizi Gönüllerimizi Açtık Senden En Güzel Kabulle Kabulümüzü Bekliyoruz

Bizleri Kabul Eyle!..

ALLAH'IM

Bizi Haramlardan Uzak Eyle!..

Başkalarına El Açtırma!..

Senin Emirlerine Karşı Gelmekten Muhafaza Eyle!..

ALLAH'IM

Bizlere Doğru Yolu Göster,

Bizleri Dünya ve Ahirette Güzel Sona Ulaştır!..

ALLAH'IM

Cümlemizi Darlıktan, Bereketsizlikten, Aldanmaktan ve Aldatmaktan, Hak Yemekten,

Kul Hakkına Tecavüz Etmekten Muhafaza Eyle!..

Bizleri Açlık, Yokluk, Kıtlık, Kuraklık, Arazi ve Semavi Musibetlerden Muhafaza Eyle!..

ALLAH'IM

Bizlere Kanaat Etmeyi, Gönlü Zengin, Gözü Tok Olabilmeyi,

Hayırda Yarışmayı, Veren El Olmayı Nasip Eyle!..

ALLAH’IM

Rızkımız Gökte ise Yere İndir

Yeraltında ise Yeryüzüne Çıkar

Uzaksa Yakınlaştır

Rızkımız Zorsa Kolaylaştır, Rızkımızı Temiz ve Helalinden eyle Allah’ım!..

YA ERHAMERRAHİMİN

YA REZZAK

Esnafımızı Alırken Satanı Gözeten, Satarken Alanı Gözeten

Eksik Ölçüp Yanlış Tartmayan

Doğru ve Güvenilir Kimselerden Eyle!..

YA REZZAK

İsraftan, Cimrilikten, Azgınlıktan, Korkaklıktan, Acizlikten,

Tembellikten, Ahlaksızlıktan, Haddi Aşmaktan Sana Sığınırız!..

YA RABBİ

Bizleri Nefsine Uyarak Kötülük İşleyenlerden Eyleme!..

İşlerimizi Hayırlı ve Bereketli Eyle!..

ALLAH'IM

Sokaklarımıza, Çarşılarımıza, Evlerimize…

İslam Ahlakını, Kur’an Ahlakını Tesis Eylemeyi Nasip Eyle!..

EY KÂİNATA YÖN VEREN YÜCE RABBİMİZ

Milletimizi ve Vatanımızı Her Türlü Âfet ve Musibetten Koru,

Devletimize ve Milletimize Birlik, Dirlik ve Düzen Bahşeyle!..

YA ERHAMERRAHİMİN

Hastalara Şifa, Dertlere Deva, Borçlulara da Eda Nasip Eyle!..

ALLAH'IM

Ettiğimiz Her Dua Derdimize Deva, Hastalığımıza Şifa, Gözümüze Nûr, Gönlümüze Sûrur, Geçmişlerimize Rahmet, Evimize ve İşimize Bereket Getirsin!..

ALLAH'IM

Bu mübarek Gün ve Vakitte Kapına Geldik

Ellerimiz Gönüllerimizi Açtık Kabulümüzü Bekliyoruz

Bizleri En Güzel Kabulle Kabul Eyle!..

ALLAH'IM

Hz. Rasulü Ekrem ve Nebiyyi Muhterem Mürşidi Âlem Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerinin

Pâk, Münevver, Mutahhar, Mücellâ, Âzîz, Lâtif Ruhi Şerifleri İçin

Âli ve Ashabının Ruhları İçin

Ciharı Yârı Güzin Rıdvânullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn Hazeratının Ervahı İçin

Piri Piran Pirimiz Ahi Evran Hazretlerinin Ruhu İçin

Selman-ı Pâk Hazretlerinin Ruhu İçin

İdris Nebî, Dâvud Nebî ve Cümle Gelmiş Pirler ve Üstatların Ervahı İçin

Bakide Kalan Üstatların Selameti İçin

İşlerin Güçlerin Âsan Olması İçin

Garipler ve Mazlumlar Ervahı İçin

Cumhur-i Müsliminin Sıhhat ve Selameti için

ALLAH RIZASI İÇİN EL – FATİHA!..

(Alıntı: http:www.islamveihsan.com/esnaf-duasi.html )

5 Eylül 2017 Salı

Şehit Akınım

Anadolu’m kahraman hazırlar

Kınalı körpecik yiğit kuzular

Ana yüreği dayanmaz sızılar

Vatanıma kurban koşmuş Akınım

Sevli boyunla daha yirmi de

Senin gibi kimsede er varmı da

Millete hainlik eden yarmı da

Şahadet aşkıyla pişmiş Akınım

Harekât emrini veren paşamı

Birliğinde ki son görev akşamı

Vatan ocağında kutlu yaşamı

Şimdiden ölümü aşmış Akınım

Konvoyla gelin gibi nazlı geldi

Bak öndekiler evin sorup buldu

Kara haber alan yıkılıp kaldı

Acın yüreklerde coşmuş Akınım

Baba evinde matemli hezeyan

Yattığın mübarek toprak sanki han

Artık ölümsüz ruhla ebedi bir can

İnancıyla şehit  düşmüş Akınım

05-09-2010
Aydın Suyak


29 Ağustos 2017 Salı

Hacı Abiye Ne Oldu? ( Hikâye)


İnşaatçı esnafımızdan Üç arkadaş Malatya’nın bir ilçesinden geçmiş yıllarda iş alırlar.
Şantiyenin hemen yanından da barınak yeri olarak bir aralık ve üç odası bulunan bir müstakil evi de taşeronun aracı ile kiralık tutarlar.
İşçilerini de tanıdıklar vasıtası ile Adıyaman’dan oluşan Usta ve düz İşçisiyle bir grup oluşturmaya çalışarak adamları tek,tek çağırırlar.
Haydi, Bismillah diyerek işe başlangıç yaparlar. İşten eve, evden işe derken, günler, haftalar, aylar birbirini kovalamaya başlar.
Sosyal yaşantısı ‘0’ bir hayatın günlük seyir monotonu ister istemez işçiler üzerinde sıkıcı stresiyle bunaltıcı bir baskı oluşturur.
Çalışan işçilerin içlerinden yaş ca büyük olan “Hacı” kardeşimiz bu tadı tuzu olmayan gurbet yaşamını renklendirmek amacı ile sesizce kimseden habersiz bir gece ‘tek başına’ tasarladığı tiyatro oyununu gecenin ilerleyen 2. 3. geç saatlerinde yatağından kalkarak sergilemeye koyulur.
Üzeri yarı çıplak, ayağın da tek bir iç çamaşırıyla boynuna taktığı çaydanlık, demlik, tencere ne varsa bir iple bağlayarak boynuna sarkıtarak asar ve bekâr evin küçük mutfağından eline geçirdiği ekmek bıçağını alır. Küçük dört gözlü bölümden oluşan kaldıkları evin ara koridorunda geceleyin kendi, kendine gündüzün işyerinde işçilerle neler yaptığıysa ona benzer bir şeyler söylenerek gezinmeye başlar.
"-Ula Sülo sana diyorum ya Mastarı şöyle tut!"
"-Ula Ramo döküntü bırakma hâ yerleri iyi temizle!"

"-Ula Şükrü Harç alırken yerlere dökme hâ!"

Diye kendi kendine söylenerek “Hacı Abi” elinde ki bıçakla bir o’ yana bir bu yana boynuna bağladığı şangırdayan kap, kacakla koridorda ha bire geziniyor.


Bu arada diğer oda’nın yan bölümünde yatan iş arkadaşları gecenin bu saatinde ne oluyor şaşkınlığı ile yattıkları yataktan kalkıp da korkudan olaya müdahale de edemiyorlar.
İçlerinde biri ismi Arif olan, diğer karşı yan odada yatmakta olan ekip başı Mustafa’ya telefon açarak korkudan kısık sesle şöyle soruyor “Mustafa abi Hacı Abiye ne oldu?”
“Mustafa da valla bilmem; bende anlamadım ne olduysa, hele bi sakin olun baklalım” diye diğer arkadaşları sakinliye davet ederek ortamı daha fazla germemeye çalışıyor.

Mustafa da yattıkları odanın kapısından bakarak “kolay gelsin Hacı Abi” diyor.
Bu arada Hacı Abi olanlara hiç aldırmadan oyununa devam ediyor.
"-Ula Arif sana kaç sefer demedim mi  ki şu köşeleri güzel kes diye? "

"-Ula Ferman dikkat et (eşeğin) sehpanın üzerinden düşme hâ!"

Bu defa da aşağıda Harç yapan Ali’ye de birkaç laf söyleniyor:
-Ula Ali sende harcı yavan sulu gönderme ha!

Derken bu arada Kara İsmet Usta araya girerek,

"-Vay gardaşım Hacı çok yoruldun hele bi gel şöyle otur da bi soluk alıp dinlen" der.
-Hacı “Yat olan İsmet" der ve Hacı ismetin üstüne çullanarak bıçakla kesmeye çalışır.

İsmet
-“Aman Hacı Abi kulun kölen olayım çoluk çocuğum var bana kıyma” diye yalvarmaya başlar.

Kaldıkları evde On bir kişiden hiç biri cesaret edip de “ya Sen ne yapıyorsun” diye soğukkanlılıkla hacıya dur deyip engel olamazlar.

Çünkü hepsi de yattıkları yatak yorganlarının altından olayı odanın ala karanlığında korkudan sadece izlemekle yetiniyorlar.
Fakat yalnız içlerinden Mustafa Hacıyı biraz tanıdığı için cesaretlenip de “ya Hacı Abi yapma adamlar çok korkuyor! Diye bir ara uyarır.
Neyse Hacı oyununun sonu geldiğini anlayarak gayri sonlandırma ya çalışırken İsmet, hacıyı televizyon odası olan salona doğru çeker.

-Hele gel gardaşım otur şuraya sana bir çay koyayım da kendine gel der.

Hacı
-“Kat ulan bir çay da içelim İsmet” der ve sanki o’ saate Çay demlikte hazır çay varmışta hacıya çay içirecek.
Hacı bir masanın yanında ki sandalye ye oturarak “ offf amma da yorulmuşum; haydi gardaşım kat şu çay’ı” der ve sanki bardakta sıcacık çay varmış gibi hüpleye, lüpleye olmayan çayı bardak la içmeye çalışırken Hacı, aniden İsmetin boynunun köküne sille bir tokat bindirir.
-“Lan bu ne biçim çay!” der.

Sergilediği oyunla deşarj olan Hacı tiyatroyu böylelikle sonlandırarak hiçbir şey olmamış gibi sakince tekrar yatağına girip yatar ve diğerleri de olayın şoku ile sabahı zor ederler.
Sabahta yine her günkü gibi Hacı Abi iş hayatına kaldığı yerden devam eder.

29. 08 2017
(Derleme: Aydın Suyak)



24 Ağustos 2017 Perşembe

Gel gel yavrucuğum O' seni boğar (Hikaye)


Hemşerilerimizin çoğunun mesleği inşaatcı olduğundan  hemşehrimiz "Arif Özkan" bir bankanın tadilat işini alır.
Gündüz orada çalışırlar, işciler geceleride kalıp barınmak amacıyla çalıştıkları binanın bodrumuna birer döşek atıp her biri bir köşede yatarlar. Onlarla birlikte  "Salçalı: Mehmet Hezer" Kardeşimizde çok horladığı için kendisi diğerlerini rahatsız etmeyeyim diye taa bodrumun kuytu köşesinde yatmaya çalışır. Salçalı uykuya daldığı zaman sanki Arslan kükreyişi gibi acayip biçimde horlarmış. Yine gecelerden bir gece, bina sakinlerinden şehir beyefendisi evinde beslediği küçük süs köpeğini akşam gezisinde dolaştırıp geri evine dönerken binanın alt girişi olan bodrumdan içeriye girmişler. Koridordan geçerken içeriden Arslan kükreyişi gibi garip sesler duyan sahibinin foni köpeği siddetle huylanarak sesin geldiği yöne doğru yönelip hırlayarak öfkeli şekilde havlayıp tepki göstermeye başlamış; amma ileriye geçmelerini önlerinde engel olan telli demir korkuluk varmış. Köpeğin sahibi olan adam, arkadaşlarımızın kaldığı bölüme köşeden eğilip bakınca gelen sesin bir uyuyan İnsan horultusu olduğunu hemen anlamış; tasmalı İpi elinde olan Köpek halen ısrarla sesin geldiği o' yöne doğru havlayarak sürüklemeye çalışıyormuş.
Sahibi sosyetik konuşma tarzıyla köpeğini uyararak şöyle der "Gel, gel yavrucuğum O' seni boğar!" diyerek Adam köpeğini oradan çekerek uzaklaştırıp evine götürür.
Bu olayı diğer Arkadaşlar karanlık uç köşede yatan merakla ve şaşkınlık içinde izlerler. Daha sonra olayı kedi aralarında gır gıra çevirerek komediye dönüştürürler " gel gel yavrucuğum O' seni boğar" diye, diye bir birlerine anlatarak başlarlar gülüşmeye. Sabahleyin olayı salçalıya anlatırlar; fakat salçalı olanlara inanıp kabullenmez!
23.08. 2017

Alıntı: Kazım Calımlı
Derleme: Aydın Suyak

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Hatim Duası Nasıl Yapılır?



Hatim duasına başlamadan önce Euzu besmele çekilerek  üç kere İhlâs, üç kere Felak, üç kere de Nas  süresini okuduktan sonra, “ALLÂH-U EKBER ALLÂH-U EKBER LA İLAHE İLELLÂH-U VALLÂHU EKBER ALLÂHU EKBER VELİLLÂHİ ELHAMD”  diyerek teşvik tekbirlerini bu sürelerin her birinden diğerine geçişinde  üç’er kere okunur ve daha sonra da Fatiha ve Bakara süresi E.L.M.’in beşinci ayetine kadar okuduktan sonra duaya başlamak Sünnettir.

*Başlangıç:
- Âmin…
- Elhamdülillâhi Rabbilâlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecma’în. Va’fü annâ vağfirlenâ verhamnâ ente Mevlânâ ve ente erhamür-rahimîn, ente Mevlânâ ve ente ekramül ekramîn, ente Mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfir’in.

- İlâhi Ya Rabbil Âlemin…
Bizler yok idik sen var ettin, varlığından İslâm la haberdar ettin, Kitabın olan Kur’anı gönlümüze taç ettik, Hamdını sözümüze baş ettik, Kalbimizi zikrinle tatmin ettin, İman aşkıyla ruhumuzu yüceltin, rahmetinde ki nurunla bütün duygularımıza esenlik dolu huzur kattın.
- Ya Rabbil-âlemîn…
İnayetine sığındık kapına geldik, hidayetine sığındık lütfüne geldik, kullukta bilip bilmeyerek çeşitli kusurlar işledik affına geldik. Bizleri Habibin Muhammed Mustafa Sallahü aleyhi vesselem hürmetine bağışla. Bağışladığın seçkin kullarının arasına bizleri de kat.
- ALLÂH’ım…
Acizlikten, korkaklıktan, kabir azabından, hayatın ölüm ve zamanın fitnesinden sana sığınırız; bizleri muhafaza eyle ya Rabbi.
- ALLÂH’ım…
Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırız; bizleri muhafaza eyle.
 - ALLÂH’ım…
 Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa Sallahu aleyhi vessellem efendimiz senden istediği dünya ve âhiret için her hayrı, bizde istiyoruz. Bizlere lütfeyle ya Rabbi.
- Yine Peygamberimiz Aleyhisselam’ın sana sığındığı her türlü şerden sana sığınıyoruz Bizleri de muhafaza eyle ya Rabbi…

*Hediye Kısmı:
- Ey bütün kâinatın yegâne tek sahibi olan Yüce ALLÂH’ım…

- Bizlere okutma lütfünde bulunduğun şu ( Hatmi Şeriften, Yasini Şeriften, Aşrı Şeriflerden ve diğer süre’ i Şerifelerin, (Tevhid Hatminden) hatimden hâsıl olan sevabı; evvelin bizzat hülasayı mevcudat, Sultan-ül Enbiya, Habîbi Hüda, Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve selem) Efendimiz Hazretleri’nin ruhu şeriflerine hediye eyledik sen ulaştır Ya Rabbi…
Bütün Sahabe efendilerimiz başta olmak üzere Hülafayi Raşidin, Ehli Beyt’i, Ashabı Kiramdan sonra gelen Tabiîn ve Tebei Tabiîn Hazretlerinin ruhlarına da ayrı, ayrı hediye eyledik sen vasıl eyle ya Rabbi…

- Âdem atamızdan efendimize kadar bir cümle Enbiya, Ulema-i müştehit imamların ve Mürşidi kâmilin, Şehit-i şüheda’nın, Evliyâ’ı kiramın, Süleha’i salihin, Hak dostu gözü özü yaşlı olan Âşık garibin, Arifin, Abidin, Zakir’in, âhirete göçmüş Akraba yakınlarımızın ve cümle Ümmeti Muhammedin ruhlarına hediye eyledik sen kabul eyle Ya Rabbi…

- Bu güne kadar Din, Vatan ve bütün mukaddesatın hak ve hakikat uğuruna canlarını seve, seve senin için feda eden Kahraman güvenlik güçlerimiz Aziz Şehit ve Gazilerimizin de ruhlarını ettiğimiz ve edeceğimiz nice hayır dualardan onları haberdar eyle Ya Rabbi…

- Bu meclisin manevi muhabbetine (uzaktan ve yakından) katılan Mümin kardeşlerimizin de âhirete intikal eden geçmişlerinin de ruhlarına hediye ettik kabul eyle Ya Rabbi.

- Bu güne kadar dünya ömrünü imanla tamamlayıp gelip geçmiş İslâm ümmetimizin kimi kimsesi kalmamış, isimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş, kabirleri kaybolmuş, “Bize de bir Fatiha yok mu ?” diyen yakaran kimsesiz Mü’min gariplerin de cümlesinin ruhlarına hediye eyledik sen kabul eyle Ya Rabbi.

A) Cenaze ise:
*Hususiyle Vefat eden ……………………………………… ruhuna hediye ettik Sen vasıl eyle Ya Rabbi…
1- Merhumun Kabrini Cennet bahçelerinden bir bahçe eyleyip, Cehennem çukurlarından bir çukur olmaktan muhafaza eyle Ya Rabbi!
2- Kabri içerisinde hapis olan günahkâr ruhlar gibi azap içinde geçirmekten muhafaza eyleyip; kabir âlemindeki diğer sevdiklerinden yakınları ile birlikte buluşmayı nasip eyle Ya Rabbi.
3- Kabrinde güzel makbul amellerini kendisine yoldaş ve koruyucu eyle Ya Rabbi.
4- Kabrinden açılan pencere ile Cennetin sonsuz güzel nimetleri seyredebilmeyi ve kıyamet gününe kadar bu seyirle huzurla rahata kavuşmayı nasip eyle Ya Rabbi.
5- Yarın bizleri de bu dünyadan göçtüğümüz de ardımızdan ruhumuza hatimler hediye edilerek hayır dualarla hatırlanmamızı cümlemize nasip eyle Ya Rabbi.
6- Gören gözlerimiz kapanmadan, söyleyen dillerimiz tutulmadan, O’ mübarek kelimeyi ki buyurun “Lâilahe İllallâh Muhammedün Resulullah ve Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh” diyerek cümlemize son nefesimizde çene kapamayı nasip eyle Ya Rabbi.

- B) Sünnet ise:
1- Hususiyle inancımızın gereği sünnet olan ve bu aziz meclisimizin senin rızan için toplanmasına vesile olan evladımızın vatanına, milletine, dinine sadık bir hayırlı evlat olarak yetişmesini nasip eyle Ya Rabbi.
2- Kendisinin İslâm’ın Kur’an ahlakı ile İman şuuru ile yetişip hayatı boyunca bu hal üzerine son anına kadar yaşamasını nasip eyle Ya Rabbi.
3- Cümle evlatlarımızı ve bütün ümmeti Muhammedin evlatlarını; Asrımızın fitne ve fesatlarından, Şeytanın, şeytanlaşmış insanların tuzakla kirli oyunlarından muhafaza eyleyip; onların edepli, ahlaklı, faziletli, anasına, babasına ve kendisini eğiten büyüklerine çevresine saygı gösteren, ALLÂH’ Teâlâ ya ve tüm Peygamber Aleyhisselamlara hürmet ve tazim eden Salih bir evlat olmayı yavrularımıza lütfeyle eyle.

*Dua Kısmı:
- Bizleri Kur’an’ın hikmetiyle hidayete ulaştır. Bizleri Kur’an’ın sırrıyla ateşten koru. Kur’an’ın ilmi lütfeyle manevi derecelerimizi yükselt.
- Ey büyük lütuf ve ihsan sahibi... Okumaya çalıştığımız yüce kelamın Kur’an’ı Kerim hürmetine günahlarımızı affet.
Yüce kitabını okurken yaptığımız hataları bağışla; mükemmel okumuş gibi kabul buyur Ya Rabbi.
- Hz. Kur’an’ı elden ele, dilden dile, gönülden gönüllere bugünlere ulaştıran muhterem büyüklerimizi, hocalarımızı, üstatlarımızı ilim yolunda hizmetle uğraşan din kardeşlerimizi, iki cihanda aziz eyle Ya Rabbi.
- Kuran’ı Kerim’i bizlere lütfun ve kereminle dünyada arkadaş, kabirde yoldaş, kıyamet gününde şefaatçi, sırat üzerinde nur, cennete götüren bir vasıta, ateşten koruyan bir perde ve bütün iyiliklere ulaştıran ulvi hikmetiyle rehber eyle.
ALLÂH’ım…
- Kıyamet günü kolaylık, sırat’ta selamet, cennet’inde cemalinle cümlemizi müşerref eyle, bu muhterem cemaati de nar-ı cehennem’inden azat eyle Ya Rabbi.
- Burada toplandığımız gibi yarın mahşer meydanında da Peygamber Efendimizin, Livaül-hamd ismiyle özel ümmet sancağının altında toplanmayı nasip eyle ya Rabbi.
- Ya İlâhi Rabbil Âlemin! Hasta kullarına şifa, dertli kullarına deva, borçlu kullarına en yakın zamanda edalar nasip eyle Ya Rabbi.

- Cümlemizi günah hastalıkları haramlardan, türlü ahlaksızlıktan, yalandan, gıybetten, riyadan, hasetten ve kibirden gizli şirkten muhafaza eyle.
- ALLÂH’ım…
Müslüman kimliğinden uzak çeşit, çeşit fenalıkları alışkanlık edinerek yaşayan bütün Müslüman kardeşlerimize de Rahmetinle ıslah edip hidayetler nasip eyle ya Rabbi.
- Dünya üzerinde zulme uğramış masum din kardeşlerimize yardım eyle ya Rabbi.
- Bizleri bollukla ve yoklukla, acı ve sevinçli geçirdiğimiz yaşamın her merhalesinde geçen şu imtihan hayatımızda bizleri her halimizle şükrünle sana itaatkâr olan kullarından eyle ya Rabbi.

- Ya Zül Celâl-i Vel İkram…
- Dinimizi yaşamak isteyen kardeşlerimize kolaylık ver. Dinsizlerin ve din düşmanları hainlerin şerlerine bulaştırma ya Rabbi.
- Dünya üzerinde inançlarından dolayı zulme uğramış tüm masum kardeşlerimize yardım eyle ya Rabbi.
- İçimizdeki imansız sapıklar yüzünden bizi helâk etme ya Rabbi.
- Rızana buyurduğun yolda bizlere kolaylıklar vererek dinimizi yaşama lezzetini cümlemize tattır ya Rabbi.
- Rızana uygun kâmil bir İmanla hayırlı bir hayat yaşayıp huzuruna yüzümüzün akı ile varmayı bizlere nasip eyle ya Rabbi…
- Dünya ve âhirette kusurlarımızı yüzümüze vurma ve bizi mahşerde rezil etme ya Rabbi.
- Hesabımızı yüce divanın da kolaylaştır. Defterimizi sağ elimize ver ve bizi dünya ve âhiret de iyi seçtiklerinle beraber eyle ya Rabbi.
- Mütekebbirsin; her şeyden büyüksün, bizi büyüklenmekten koru.
- Gaffarsın; çok, çok affedensin, bizi affından mahrum etme.
- Şekûrsun; şükürleri kabul edensin, bize şükretme imkânı ver.
- Hasîbsin; her şeye hesap soransın, bizi veremeyeceğimiz hesaba düşürme. - Mucîbsin; duaları kabul edensin, dualarımızı karşılıksız bırakma.
- Sametsin; hiçbir şeye muhtaç olmayansın, bizi senden başkasına muhtaç eyleme ALLÂH’ım…

*Sana lakıyla kulluk edemiyoruz; azabından affına, gazabından rızana sığınıyoruz. Ya Rabbi senin korkundan yine sana iltica ediyoruz. Sen yücelerden çok yücesin. Seni lâyık olduğun şekilde medh-ü sena edemiyoruz, seni ne kadar övsek yine övemiyoruz, sana lâyık bir şükürle şükredemiyoruz, ancak biliyoruz ki; sen kendini sena ettiğin (övdüğün) gibi yücesin.
 ALLÂH’ım…
- Yurdumuzu bayraksız, evlerimizi Kur’an sız, kalplerimizi imansız, camilerimizi cemaatsiz, minarelerimizi ezansız, neslimizi İslâmsız bırakma Ya Rabbi.
- Vatanımıza, milletimize ve güvenlik güçlerimize sema ve yerden her türlü meydana gelebilecek düşman saldırıları ve doğal afetlerden koru Ya Rabbi. 
- Vatan ve milletin mukaddesatı için, canlarını ortaya koyan mücahit güvenlik güçlerimizi ve devlet büyüklerimizi tüm düşmanlara karşı muzaffer eyle Ya Rabbi.

- Dualarımızın kabulüne ve son nefesimizde, nasip olması için buyurun Aşk ile bir kelime-i şehadet : “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” Ya Mu’in… Âmin, âmin…
Bi hurmeti kelam’ı ekber ve külü süre’i mübareke, Taha ve Yasin. Ve hurmeti men erserltehü rahmeten lil âlemin. Veselâmun alel-mürselin velhamdülillahi Rabbil alemîn  ALLÂH rızası için el-Fatiha!..

***
Not: Çeşitli sitelerden alıntıyla derlenerek özetle ve özen düzenlenmiştir.

-“Peygamber (As.) ın Sünneti olan sahabe efendilerimizin yaşadığı hayat tarzına hiç uymayıp aksine başka din kültürlerinin yaşantılarına özenerek son yıllar da ülkemiz de yaş, doğum günü vb. adı altında düzenlenen hatimle dini merasimler düzenlemek biz Müslüman halkımıza hiçte yakışmayan batılca abestir. Çünkü milletimizi İslâm’dan uzaklaştıran fantezi adetlere sempati göstererek yeni neslimize kötü örnek olmayalım lütfen!   
 
 
(Aydın Suyak)

14 Haziran 2017 Çarşamba

Diyanet ve Cemaatler Ayrımı




Diyanetin kuruluşu:
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, din işleri Şeyhülislam tarafından yürütülürdü. 1920 yılında Ankara’da kurulan Meclis Hükümeti’nde din hizmetleri “Şer’iye ve Evkaf Vekâleti”ne verildi. 3 Mart 1924 de hilafetin kaldırılması ile birlikte Laik devlet yönetimine geçiş sürecinde 1924 yılında Halifelikle birlikte Şer’iye ve Evkaf Vekâleti de kaldırıldı.
“Güya, din hizmetleri din ve devlet işleri ayrı “Laik” diye halkı yanıltarak mevcut düzene bağlı hükümetlerin “üst akıllarca” siyasi politikaların dışında ve üstünde kontrol altında tutulması amaçlanıp böylelikle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde  ki halkımızın Müslümanlığı devletin veraset gücü ile tekeline alındı.”
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla Başbakanlığa bağlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Önceden Ankara Müftülüğü görevinde de bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat, ilk Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı. İlk Diyanet İşleri Reisi olarak atanan Börekçizade Mehmet Rıfat, soyadı kanunundan sonra Mehmet Rıfat BÖREKÇİ ismini almıştır.
1961 Anayasa’sında, Diyanet İşleri Başkanlığı bir anayasal kurum olarak düzenlenmiştir. 2 Temmuz 1965 tarihinde ise Resmî Gazete ’de yayınlanan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun çıkarılmıştır. Başkanlığa genel idaresi özel kanunlar içinde yer alarak öngörülen görev ve yetkileri belirlenmiştir.
1982 Anayasasında ise Diyanet İşleri Başkanlığının konumu muhafaza edilmiş, özel kanunda gösterilen görevlerini siyasi hizmetlerinin (sözde) dışında kalarak asıl görevini yapacağı belirtilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında kanun, en son 1 Temmuz 2010 tarihinde ve bu güne kadar halka yeterli olmadığı düşüncesi ile yeniden değişik kanunlar düzenlenerek yürürlüğe girmiştir.

Devlet halkını sömürmek için üstüne üstlük “Diyanet Vakfı” hizmet adı altında halktan aldığı pek çok yardımlarla başta Hac gibi bazı ibadetleri kendi bünyesinde sömürgeye dönüşen yarı ticari vakıf ve yayın organları kuruldu. Öyle ki bunların başlarına da o günkü mevcut hükümetlerin siyasi kanadından birilerine peşkeş çekilerek yöneticiler atanmıştır. Evet… Yardım çalışmalarını basın aracılığı ile halka reklam ederek “işte biz yurt içi ve yurt dışı şu kadar Müslüman kardeşlerimize ve dünya insanlarına yardım ettik bildirisi yapılıyor”. Aman ne güzel ya; birçok yanlış veballeri ile sevsinler sizleri… Millet kendi dini değerlerini öğrenip yaşama özgürlüğünü kontrol altına alıp “maaşını Devlet veriyor” diye din görevlilerini kıskaç altına alındı. Çünkü kukla gibi ne yapar ne derse, hep hükümet ağzı ile konuşuyor. Ya hani Din ve Devlet işleri ayrı “Laik” ile bağımsızdı! Zalim Haçlı dünyasının doğurduğu Laiklik denen acayip şey ne biçimse, bu güne kadar asıl tanımını kimse çözüp de anlayacağımız kavramda açıklayamadılar; herkes kendine göre bir başka yorumluyor?
-“Milletimizin dini özel yaşam ihtiyacına göre henüz daha karşılamış değildir; ancak yine de ne kadar bazı dini Cemaat çevrelerince halen daha eleştirilse de, geçmiş yıllara nazaran Diyanet ve Milli eğitime bağlı bazı özel kurumlarda başa gelen muhafazakâr hükümetlerin çabaları ile birçok yeni iyileştirilmeler getirilmiştir.”

Diyanet gibi kutsal bir kurumumuzun içindeki az bilip çok yanıltan unvan temsilcilerin yazılı ve görsel basınla halka verdiği tartışmalara yol açan İmsakiye ve fıkhî vaaz fetvalarında ki dayanağı olmayan bazı kişisel görüşlerince, İslâm fıkhına ters düşen zaman, zaman açıklamaları oluyor. Bunun sonuncunda, hem fikir olmayan bilgi sahibi kişiler ve Cemaat tarafları bu tür Diyanet'in yanlış bildirimlerine karşı tepki göstererek Diyanet'e bağlılık saygınlığını maalesef kaybediyorlar. Diyanetin vatandaşlara dini eğitim hizmetleri yetersiz kaldığından oluşan bu açığı kapatmak amacı ile alternatif olarak her Cemaat ve Vakıflar kendi imkânlar çerçevesinde halkımıza genel eğitim amaçlı burs ve barınma hizmetleri vermeye çalışırken bazı siyasi ve birçok kurum ve özel şahıslar haklı veya haksız yere karşı çıkıyorlar. Bu tür olayların sonuncunu görüp bilenler ister istemez akıllarına şu soru geliyor “Diyanet kimleri temsil ediyor” Diyanet ve cemaatlerin kendi arasında her konuda birliktelik olması gerekirken çeşitli maddi ve manevi konularda tartışmaların hedefi olan bu çelişkili gizli soğuk ayrılık neden? Bu çerçeveden baktığımız da, mevcut düzen halkın genel dini ihtiyaçlarına bir asra yakın hala demek ki, neden yeteri kadar cevap veremediği aşikârdır.

*Cemaatleri temsil eden Tekke ve Zaviyeler neden kapatıldı:
-Osmanlı toplum dini ve içtimaiyi eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan Tekke ve Zaviye kurumlar topluma yararlı ideal kültürel karakterli ve ilmi potansiyeli yüksek bireyler yetiştireceğine, fakat bunların pek çoğu aksine yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuşlardı. Uygar ve ileri bir millet olma derecesine layık olan yüce halkımız, ilmi ve teknoloji gelişmiş dış dünya ülkeleri ile arasında geri kalmışlığı kapatmalıydı. Çünkü ileri düzeyde gelişmiş ve refah bir yeni Türkiye için yeniliklerin acilen yapılmasına engel oluşturan Tekke, Zaviye, Türbe ve Tarikatlar halkı olur olmaz şeyleri “O’ günah bu günahtır” algısını oluşturarak topluma cehaleti yerleştirmişler. Milleti yozlaştırıp cehalet karanlığına sürükleyen o’ zamanın da bu tür cemiyetlerin bunların sebep olduğu sorunları için, Tekke ve Zaviyeler karmaşasının kökünü ortadan kaldırılarak kapatılması zorunlu hale gelmişti.
Karşı çıkan onlarca din adamlarını katledilerek ortadan kaldırılmasını sonuncu arşivlerden tamamen çıkarılarak kamuoyuna net olarak kimse cesaret edipte “basında skandal’a yol açarda, rejim bekçileri tarafından başım belaya girer” diye açıklanmamıştır.

M. Kemal’in, Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta türbelerin, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir; “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti dini özünden kopuk yozlaşmış Şeyhler, Dervişler, Mürit cemiyetleri ile meczupların cahil memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, çağdaş ileri medeniyet tarikatıdır!”

30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kabul edilmiş ve birtakım unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Kanun, bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, medyumlukla gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu tür unvanları temsilen ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.
Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklarla (türbede hizmet edenler) birtakım unvanların kaldırıp feshine dair yayınlanan kanun: No. 677, Tr: 13 Aralık 1925.
Madde 1- Türkiye Cumhuriyeti dâhilin de gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak Şeyhinin tasarrufu altında, gerek diğer suretlerle tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde temellük ve tasar ruf haklan baki kalmak (yani başka maksatlar için kullanılmak) üzere kâmilen kapatılmışlardır. Bunlardan mevzu usulü dâhilinde halen cami veya mescit olarak kullanılanlar ipka edilir.
Bilumum tarikatlarla, Şeyhlik, Dervişlik, Müritlik, Dedelik, Seyitlik, Çelebilik, Babalık, Emirlik, Naiplik, Halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle, bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifasını temsil eden özel elbise giyilmesi yasaktır. Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde Selâtine (Padişahlara, Sultanlara) ait, ve ya bir tarikata (dini tarikata) ve yahut cerri menfaate hizmet edenler ile bilumum sair türbeler kapatılıp ve türbedarlıklar da kaldırılmıştır. Kapatılmış olan tekke ve zaviyeleri veya türbeleri açanlar veya bunları yeniden faaliyete geçirenler. Tarikat âyini icrasına mahsus olarak velev ki muvakkaten (geçici) olsa müsamaha verenler ve yukarıdaki unvanları taşıyanlar veya bunlara mahsus hizmetleri ifa veya tür kıyafetler giyerek temsil edenler; yeni kıyafet yasasına göre üç aydan eksik olmamak üzere hapse ve elli liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılırlar.
Madde 2- İşbu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 3 – Bu kanunun icrasına Vekiller Heyeti memurdur.
Düstur tertip No. 3. cilt 7. s. 113.

Tekke ve Zaviyelere bağlı cemaatleri kaldırılması ile açılan boşluğunu yerine “yukarıda bahsettiğim gibi,” Halkı'n dini yaşamını tekelden yönetmek amacı ile Diyanet Başkanlığı kurulmuştu. Büyük ve küçük çapta ayrı, ayrı topluluklara hitap eden pek çok kanaat önderleri var. Bu kişilere manevi yönden çok saygı duyularak bağlı olan halkımız var. Onlar ne derse günlük yaptığı ibadet ayrıntılarını bağlı bulunduğu kanat önderlerinin tavsiyelerine göre inançlarını yaşamaya çalışıyorlar. Devletin koskoca Diyanet Kurumu varken halk neden bu kimselerin tavsiyelerine itaat ederek manevi bir gönül sevgisi bağlıyorlar?
-Eee… Demek ki, herkesin gönlündeki İnanç'a yasak getirilerek ister halk cahil, aydın, makam mevki sahibi, zengin fakir de olsa, böyle zorlamayla yönetilmiyormuş.
Milletimizin örfüne uygun sosyal ve bireysel günlük yaşamında özgürlüklerin siyasi, dini ve yöresel geleneğini bağlı özel hayatını engellenmesine çalışılsa da, uzun yıllar geçtiği halde önüne geçilememiştir. N’oldu?.. Halkı'n değerleri ile çatışan iktidarlar her zaman kaybetmiştir. Nerede halk varsa, orada devletin varlığı hâkim olmuştur; nerde halk yoksa orada ne bir devlet nede halk oluşmuştur.
Yakın son yıllara kadar halkı islamdan uzaklaştırıp dinsizleştirmeye gayret ederek, kutlu inancını görmezden gelen İttihat-i terakki uzantıları üç asırdır milletimizin başına gelen tüm yöneticileri verasetle her uç kamu kurum alanlarında gizli güçlerin taşeronu olmuştur. Bunların elleri birçok namlı sivil toplum kuruluşların içine sinsice yuvalanarak idareyi kontrollerine almışlardır; özellikle dini eğitim ve çeşitli daha yüksek kurumlara sızarak paralel gizli devlete bağlanarak vatanına ve milletine dış düşmanların açıktan yapamadığı hainliği bizlere yapmışlar ve belki de bilemem böyle başını göstermeyen daha niceleri olabilir!
***
Sonuçta, Devletimizi temeli olan milletimizin (azınlıkta olsa) bütün dini değerlerine hep birlikte ön yargısız saygı duyup sahip çıkalım. Kendi değerlerimiz art niyetli kişi ve cemaat ve velev ki Diyanet Kurumu dahi olsa; hiçbir şekilde layık olmayan O’ kimseler, makam, mevki ve öğrenim unvanı ne olursa olsun; Din’i istismar ederek inançlarımızı veraset altın da tekeline alarak bizleri Kur’an-a ve Sünnete aykırı keyfi iradesi ile bilgilendirip sağ duyulu dindar halkımızı yönetemez!
Diyanet’in yüksek din şurası toplanacağı zaman sayılı değişik cemaatlerin temsilcilerinden bir kaç görevlilerini din şurasına çağırmaları uygun olur; çünkü alacakları karar bütün dindar vatandaşlarımızı ilgilendirir. Çağırmazlarsa eğer, yıllardır süre gelen Diyanet Cemaat ayrımı  eskiden beri olduğu gibi daha çook sürüp gideceğe benziyor. Devlet ve millet kaynaşmasını dini alanlarda da paylaşıp kaynaşmasını bilmeliyiz. Tek görüşlü yönetim hiç bir dünya halklarını bağlayıcı temsil edemez ve şimdiye kadar birçok örnekleri ile demokratik yönden halkını temsil edememiştir.
Maneviyat bir Miletlin birlik mayasıdır. Maneviyatı zayıf ve bozuk olan nice medeniyet toplumları devletleri ile birlikte, “Tarih şahit” yok olup gitmiştir.
“- Rabbimiz… bizleri cehaletten kurtarıp hakkı Hak bilip hakka tabi olan, batılı batıl bilip; kendisine Kul, sevgili Peygamberine (As.) sadık birer ümmet eyleye.” Âmin…

13.06.2017
Hazırlayıp düzenleyen: Aydın Suyak

7 Haziran 2017 Çarşamba

Halifelik Niye Kaldırıldı?


3 Mart 1924 tarihli “Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye Cumhuriyeti ülkesi Dışına çıkarılmasına dair kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. 6 Mart 1924'te ise Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
431 sayılı bu kanun toplam 13 maddeden oluşmaktaydı.

Kabul edilen maddelere göre:

Madde 1-Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.

Madde 2-Görevden alınan halife ve Osmanlı saltanatına mensup tüm erkek ve kadınlar, damatlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturmak hakkından ebediyen mahrumdurlar. Bu soya bağlı kadınlardan doğmuş kimselerde Osmanlı addedilirler.

Madde 3-İkinci maddede zikredilen kimseler, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ülkesini terk etmeye mecburdurlar.

Madde 4-İkinci maddede zikredilen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku kaldırılmıştır.

Madde 5-Bundan böyle ikinci maddede anılan kimseler, Türkiye Cumhuriyeti’nde taşınmaz mal edinemezler. Türkiye’deki ilişkilerinin kesilmesi için bir yıl süre ile vekil tayin ederek, devlet mahkemelerine başvurabilirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra hiçbir mahkemeye başvurma hakları yoktur.

Madde 6-İkinci maddede anılan kimselere, yol giderlerine karşılık olmak üzere bir defaya mahsus ve servetleri ile orantılı, uygun miktarda para ödenecektir.

Madde 7-İkinci maddede zikredilen kişiler, Türkiye Cumhuriyeti içindeki bütün taşınmaz mal varlıklarını bir yıl içerisinde hükümetin bilgisi ve tasdiki ile elden çıkarmaya mecburdurlar. Zikredilen taşınmaz malları satamamaları durumunda bunlar, hükümetçe satın alınarak bedelleri kendilerine verilecektir.

Madde 8-Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi içinde tapuda kayıtlı taşınmaz malları kamuya intikal etmiştir.

Madde 9-Kapatılan padişahlık sarayları ve köşkleri ile bunların ek binalarında bulunan eşyalar, takımlar, tablolar, sanat eserleri ve diğer taşınabilir mallar kamuya intikal etmiştir.

Madde 10-Padişah malları adı altında olup, evvelce millete devredilen mallar ile beraber, kaldırılan padişahlığa ait bütün taşınmaz mallar ve eski hazine mevcutları ile birlikte saray ve köşkler ek yapıları ve arazileri kamu yararına millete intikal etmiştir.

Madde 11-Millete intikal eden taşınabilir ve taşınmaz tüm malvarlıklarının saptanması ve muhafazası için bir yönetmelik hazırlanacaktır.

Madde 12-Bu kanun yayımlanmasından itibaren geçerlidir.

Madde 13-Bu kanun, Bakanlar kurulu tarafından uygulanır.

Denilmekteydi. Daha sonra kanunda 15. 05. 1974 tarihli ve 1803 Nolu yasa ile değişikliğe gidildi ve zikredilen kanunun 2-3-4 ve 5.nci maddeleri kaldırıldı.

(Kaynak:  06.03.1924 Tarihli Resmi Gazete)

Şer"iye ve Evkaf Vekâleti”nin kaldırılması sonucu, bu vekâlet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâleti de kaldırıldı. Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti.

İttihat-i terakki cemiyet uzantılı mebuslarının kamuoyunda algı yaygarası yaparak 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alındı. Daha sonrada 3 Mart 1924 tarihli, Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanunla Osmanlı haneda­nının 407 yıldır elinde tuttuğu halifelik kaldırılmıştır.

Şer'iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması sonucu, bu vekâlet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâleti de kaldırıldı. Böylece o’ günlerde kargaşasında devlet ile ordunun siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş olundu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti

Hanedan üyelerinin, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için yurt dışına çıkarılmaları kabul edilir. Derhal kararın halifeye bildirilerek kısa zaman da kararın kedilerine icra edileceğini duyururlar.

Dolmabahçe etrafını polisler çevirir ve Vali Haydar Bey saraya girerek kararı Halifeye okur. Halife Abdülmecid kararı tanımadığını söyler. Zor durumda kalan vali durumu Ankara’ya bildirdiğini söyleyerek halifenin zorla çıkarılması yönünde “hayali” bir telgraf okur. Halife 20 dakika buhran geçirdikten sonra görevliler eşliğinde saraydan çıkarılır. Saraydan çıkarken bir gazeteciye “Ben vatan haini değilim. Yine bu millete dua edeceğim” der. Çatalca’dan trene bindirilen halifeye İsviçre vizesiyle birlikte bin 700 sterlin verilir. Görevinden azledi­len Sultan Mehmed Vahidüddin, 17 Kasım 1922 tarihinde, Malaya isimli bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etmesinin ardından 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrılmıştır.

-“Osmanlı handanın ve halifenin yurt dışarı kovulup sürgün edilmesi bu milletin asil evlatlarınca esefle kınayan geniş yankıları O' gün bu gündür hâlâ devam ediyor!”

*Halifeliğin kısaca kaldırılması:

O’ günün bazı beyaz jön Türklerden oluşan politikacılar ise; "Hilafet aynı hükümettir, hilafetin hukuk ve görevini iptal etmek hiç kimsenin hiç bir meclisin elinde değildir" çünkü Halife'yi, eskisi gibi şaşalı Padişah misali yaşatmak istiyorlar” diyerek algı yaygarası koparıyorlardı. Bu durum, halifeliği kurumu hakkında bir an önce önlem alınmasını gerektiriyordu. Fakat Mustafa Kemal Paşa'yı bağlı Kemalistlerin halifeliğin kaldırılması için önlerinde büyük engel görüyorlardı; öyle ki Halife mevcut oldukça ülkede de yapılması zorunlu olan “sözde” demokratik sosyal ve laik düzenin inkılâpçı ilk devrimlerinin temeli yapılamayacağına dair içlerinde büyük kaygıları yatıyordu.

-“Hilafetin kaldırılmasının Türkiye ve bütün İslam devletlerinde halen tartışılan eleştiriliyor ve diğer dış dünyada geniş yankıları sürüyor.”

Halifelik evvela İngiltere başta olmak üzere batı haçlı dünyası istemediği için kaldırılmıştır. İngiltere ve diğer batılı emperyalist ülke güçleri çok sayıda İslam ülkesini sömürgesi altına almıştı. Fakat bütün İslam dünyası manen İstanbul’daki halifeye bağlı olduğu için o topraklarda hâkimiyetini tam manasıyla kuramıyordu. Bu yüzden önündeki en büyük engel halifelikti. İngiltere hilafeti yok etmek İslam âlemini çaresiz bırakmak ve hilafeti halkın eliyle kaldırmak istiyordu. Eğer kendileri kaldırmaya kalkışırsa sömürgelerinde çıkacak büyük ayaklanmalardan çekiniyordu.

Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce imzalanan Lozan anlaşmasının asıl maddeleri dışında gizli maddeleri de bulunmaktaydı. Bu antlaşma başta hilafetin kaldırılmasıyla birlikte bütün inkılâp hamlelerini de içine almaktaydı. İngiliz devlet adamı Lord Courson’ un mecliste yaptığı konuşması ile bunları tamamen doğrulamaktadır.

Lozan antlaşmasından sonra İngiltere avam kamarasında Türkler’ in istiklalini niçin tanıdınız? diye yükselen itirazlara verdiği cevap şuydu; “işte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. ” demiştir.

(Kaynak: Yılmaz Altıparmak, İslamiyet açısından Atatürk ve inkılâplar, adlı kitabının 281, 282. Sayfalarında bunları söylemektedir.)

Tarihçi Arnold Toynbee, hilafetin kaldırılmasını Türk milliyetçilerinin sabırsızlığından, Ankara’nın halifeliği Vatikanlaştırmayı başaramamasından kaynaklandığını söylerken The Daily Telegraph, Türkiye’nin İslam milletleri liderliğinden üçüncü sınıf Tatar cumhuriyetine dönüştüğünü iddia ediyor. Hilafetin kaldırılmasının arkasında Fransız-İtalyan-Selanik kaynaklı radikal localar olduğunu ileri sürüyordu.

The Observer, Türkiye’nin batılılaşma uğruna “Doğu itibarı“nı terk ettiğini söylüyordu. Paris merkezli Le Journal, İstanbul’un dini saygınlığını yıkmaya çalışan İngilizlerin bu şansı hayal bile edemediğini yazıyordu.

Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Özoğlu’nun ABD arşivlerinde bulduğu rapor, bir ABD diplomatının halifeliğin kaldıracağını Washington'a bizden önce öğrenip bildirdiğini arşivlerinde asıl belgesi ile ortaya koyuyor. Rapor Washington'a 25 Şubat 1924'te ulaşmıştı. Başka bir deyişle, Türkiye'deki insanların haberi olmadan bir hafta önce, Fransa ve ABD yetkilileri halifeliğin kalkacağını öğrenmişlerdi

("Aksiyon Dergisi", 13 Aralık 2010).

Oysa Cumhuriyet 23 Nisan 1920’de dualarla açılmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk başlarda halifelik makamını övüp, yere göğe koyamıyorlardı. Müslüman dünyaya işgale karşı hilafeti kurtarmak için savaştıklarını söylüyor ve yardım istiyordu. Birçok Müslüman ülkeden de Mustafa Kemal’in yürüttüğü Kurtuluş Savaşı’na destekler geliyordu.

(Kaynak: http://www.nurnet.org )

***
Neticede, şimdi her bir dünya coğrafyasındaki Müslüman ümmetimiz evvelden beri bizleri kendilerine öncü ve koruyucu bir kardeş lider ülke olarak halen o’ yıllardan beri inançlarının verdiği ümitle, son Kale kalan Aziz Türk milletimizden çıkacak kurtarıcı bir liderin bir gün gelip kendilerini yönetmesini geçmiş yüz yıldan beri can’ı gözle bekliyorlar.

Bütün dünya Müslümanların ahvali malum; başsız kalan ümmet kendi vatanlarında azınlık muamelesi görerek garip yaşayan ve her bir derdine bir çare beklemektedir!

“Rabbim ümmetimizi başsız yarınımızı ümitsiz bırakmasın, İnşe’ALLÂH belki bizler islam'ı gereği gibi yaşamayı görmeye biliriz; amma gelecek nesillerimiz elbette görecektir.”

7.06.2017
Hazırlayıp düzenleyen: Aydın Suyak


18 Mart 2017 Cumartesi

Atalarımızın Eski Halk Takvimi


*Takvimler:
İnsanlar geçmişlerini, yaşadıkları anı ve geleceklerini değerlendirmek için bir düzen kurmuşlar ve astronomik gözlemlerle ay ve güneşin hareketlerini inceleyerek, zaman hesaplaması yapmışlardır. Bu hesaplamalarla hazırlanan cetvellere Takvim denir.Takvimler sayesinde olayların zaman bilimine göre (kronolojik olarak) incelenmesi mümkün olmaktadır. İlk Takvimi zamanımızdan 6000. yıl önce Mısırlılar bulmuştur. Mısırlılar Güneş yılını esas alan takvimi bulup kullanmışlar. Sümerliler ise ay yılını esas alan takvimi bulup kullanmışlardır. Zamanımıza kadar her toplum kendi yöresel kültürleri ile yoğunlaşıp kendine göre takvim belirlemişlerdir.
Türk Atalarımızın Halk takvimi yerel takvim; bilindiği gibi dedelerimizin zamanın da şimdi ki Meteoroloji sisteminin olmadı O' zamanlarda takvimsel tahminlerini  aynı ayların zaman birimlerini göngülerle tekrarlanan doğanın hava durumunu kendileri defaten tecrübe edilerek kazandıkları kendi yöresel alanlarında halk arasında yaygın hale getirdikleri “Ana Baba usulü” Halk takvimidir.

Anadolu halkımız bu oluşturdukları takvimi kimi zaman doğal olaylara, töresel, dinsel törenlere, tarımsal ve hayvansal olayların döngüsel akışlarından esinlenerek yıllık takvimin mevsimlerin başlangıç kısımlarını isimlendirerek eski atalarımız kendine özgü Halk takvimlerini oluşturmuşlardır.

*Takvim Çeşitleri:
-Ay Yılı: Ay, Dünya etrafında dönüşünü 29,5 günde tamamlar. Ayın, Dünya etrafında 12 defa dönmesiyle 354 günden oluşan bir ay yılı olmuş olur.

-Güneş Yılı: Dünya'nın güneş etrafında dönüşüne göre düzenlenmiştir.1 yıl,365 gündür. Bu takvim ilk kez Mısırlılar tarafından kullanılmıştır.
(Ay yılı ile Güneş yılı arasında 11. günlük fark vardır. Ay yılında her yıl, yıl başlangıcı 11. gün öne gelir.)

 
*Türklerin Tarih Boyunca Kullandıkları Takvimler:

 

-On iki Hayvanlı Türk Takvimi: Güneş yılı esaslıdır. Her yıla bir hayvan ismi verilir. 12 aydan oluşur ve 12. Yılda tekrarlanır. Bu hayvanlar sırasıyla sıçgan (sıçan), ud (sığır), bars (pars), tavışgan (tavşan), lu (ejderha), yılan (yılan), yunt (at), koy (koyun), bıçın (maymun), takuk :(tavuk), it (it )ve tonguz (domuz)'dur.
Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Moğollar v.s. tarafından kullanılmıştır. Başlangıcı yoktur.
İslamiyet öncesi Türk Devletleri ve toplulukları tarafından kullanılmıştır. Güneş yılı esasına göre hazırlanan bir takvimdir.Bir yıl 365. gün olarak hesaplanmış ve her yıl bir hayvan ismiyle anılmıştır. Günümüzde Asya'nın bazı bölgelerinde hala bu eski on iki hayvanlı Takvim kullanılmaktadır.
On iki hayvanların her biri kendine göre isim ile her yıl ayrı değişken ve ayları göstermektedir.
 
* Hicri Takvim (Kameri Takvim):

Ay yılı esasına göre hazırlanmıştır. İnsanlığın ilel ebet önderi Hz. Muhammed'in (S.a.v.) Mekke'den Medine'ye Hicret'i (göç) başlangıç olarak kabul edilmiş ve Hz. Ömer döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Miladi takvim ile Hicri takvim arasında 622. yıllık bir fark bulunmaktadır. Türklerin İslamiyet'i kabul etmesinden sonra bu takvim Türk İslam devletleri tarafından da kullanılmaya başlanmıştır.
Hicri takvim Türkiye Cumhuriyetinde 1. Ocak 1926'da yürürlükten kalkmıştır. Günümüzde sadece dini gün, gece ve ayların belirlenmesinde kullanılmaktadır.

* Celali Takvimi: Büyük Selçuklularda Celaleddin Melik şah zamanında eski İran takvimi esas alınarak mali işlerde kullanılmak üzere hazırlanmıştır. Güneş yılı esasına göre hazırlanan bu takvimde Türkler arasında bahar bayramı olarak kutlanan Nevruz yılbaşı olarak kabul edilmiş ve 1079. Miladi yılda tarih başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Babürşahlar tarafından Hindistan'da kullanılmıştır.

 *Rumi Takvim:
 
-Rumi takvimi: Osmanlı devletinde 16.yüzyılda eski Bizans takviminden uyarlanıp geliştirilmiş olan Güneş yılı esaslı bir takvimdir.
Mali işlerde kullanılmak üzere eski Bizans takvimi esas alınarak hazırlanmıştır.1839'da bütün resmi ve mali işlemlerde Hicri takvimle beraber kullanılmaya başlandı. Başlangıç olarak Hicret takvimi alınmış; ancak Güneş yılı esasına göre hazırlanmıştır.
Rumi takvim, 1. Ocak 1926'da Miladi takvimin yürürlüğe girmesine kadar kullanılmıştır. Miladi takvimin kabul edilmesine rağmen ancak mali yılbaşı Mart ayı olarak kabul edilmiş ve bu uygulama 1982. yılına kadar devam etmiştir.

*Eskiden Anam Babam usulü aylara verilen isimlerin hikayeleri şöyle:

Ülkemizin Anadolu halklar arasında kullanılan yerel takvimlerde iklim koşulları ve mevsimlerin takvime yansıyışı ile ilgili sayısız örnekleri vardır. Buna benzer, Anadolu'muzun değişik yörelerinde türkülere ve şiirlere ilham olan halkımızın arasında her bir ayların içinde yaşanarak geçmiş olan pek çok anıları kapsayan doğum, ölüm, düğün yapı ve tarımsal işler vb.  Acı tatlı olaylar ile hatırlanan hikâyeci isimleri vardır.
Esasında Müslümanlar hem hicri yılı ve aylarını, hem de atalarımızın süre geldiği dedelerimiz tarafından uzun tecrübe mahsulü olan karakış, zemherin, hamsin, on iki gün arası gibi belirli günleri ve tarihleri yeni neslin öğrenmeleri faydalı olur.
-Kış mevsimiyle ilgili tekerlemeler ve atasözleri de vardır bizim tarihimizde mesela bunlardan birkaç örnek:
“Hamsin, ocakta tenceren donsun!”,
“Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır”,
“Mart martladı tavuk yumurtladı”,

“Korkulur Abrulun beşinden, öküzü ayırır eşinden” gibi daha bazı pek çok tekerlemeler yeri geldikçe söylenir.
Bazı yerlerde Şubat ayı diğer aylardan kısalığı bakımından “Gücük (küçük)” olarak adlandırılmaktadır. Koç katımının yapıldığı aya -Koç (Ekim) Ayı, kirazların yetiştiği aya –Kiraz (Haziran) ayı, ekinlerin biçme işinin yapıldığı aya –Orak (Ağustos) ayı demektedir.
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan kesim için, Ana Baba hesap usulü Halk takvimi yaşamsal büyük önem taşır.

Uzun süreli deneyim ve bilgi birikiminin ürünü olan Halk takvimine uymamak, onun gösterdiği doğrultuda hareket etmemek bireyin büyük zararlara uğramasına neden olabilir. Anadolu da yılın en soğuk mevsimi olan ve üç aylık kış mevsimini uzun tecrübe sahibi atalarımız erbain ve hamsin diye ikiye ayırmışlardır. Kırk manasına gelen erbainin bir adı da zemheridir. Gecelerin en uzun, gündüzlerin ise en kısa olduğu 22. Aralıkla başlayıp 30. Ocak’ta sona eren kırk günlük süreye erbain veya zemheri denir. Ülkemizde kışın en şiddetli geçtiği zemheride, eskinin tecrübe sahipleri soğuk tepeden iner derlerdi. Onun için açıkta kalan canlılarda ölüm olayları zemheride daha çok yaşanır.

*Zemheri-(Ocak)
-Sayılı fırtınalı soğuk günleri:
9. Ocak- Zemheri fırtınası,
19. Ocak- Haçın suya atılması,
26. Ocak- Kışın en şiddetli zamanı,
29. Ocak- Ayandon fırtınası,
30. Ocak- Erbain’in sonu,
31. Ocak- Hamsin’in başlangıcı.

-Gücük (Şubat)
Yöreye göre sayılı günleri:
7. Şubat- Ağaç Dikme Zamanı,
20. Şubat- 1. Cemre havaya düşer,
26. Şubat- Leyleklerin gelmeye başlaması,
27. Şubat- 2. Cemre suya düşer.

-Dert Ayı (Mart)
Kocakarı Soğukları(Beldir Aciz): Şubat (Gücük) ayının 26. günü ile başlayıp Mart ayının ilk 4. günleri (11-17 mart) arasında devam eden sayılı fırtınadır.” adı Beldir Aciz fırtınası, “Beldir aciz, yer gök taciz” “Üçü şubatta, dördü martta” gibi sözlerle tarif edilir. Bu fırtınalı günlere “Kocakarı Soğukları verilir.
*Çok eski tarihlerde, yurdumuzun bir köyde oğlakları çok sevdiği için koyun yerine keçi besleyen bir nine yaşarmış. Her yaz yaylaya çıkan nine, bir sene zamanı gelmediği halde havaların ısınmasına aldanarak gücük ayının sonunda yaylaya çıkar. Bir iki gün yaylada kalır ve havaların sıcak olması hoşuna gider. Bunun üzerine kış ayı ile alay eder. Kış ayı 4. gün 4. gece kar yağdırıp tipi estirir (Gücükün son dört günü). Ancak nine ve oğlakları ölmeyince kış, Mart ayından üç gün borç alır. Böylece 7. gün 7. gece fırtına estirir. Nine (Koca karı) ve oğlakları ölür.

-Mart Dokuzu:
Mart ayının ilk 9. günüdür. (22. mart) Gece gündüz eşit olur. “Mart Dokuzu “ olarak bilinen bu günde, bahar başlar. Ancak bazı yıllar şiddetli fırtınalar görülebilir.
Mart Dokuzu ile ilgili olarak “Mart dokuzuna 9. kütük 9. harar saman hazırla.” Sözü yaygın olarak kullanılır. Ayrıca Mart ayı ile ilgili olarak “ Mart’ın şakası olmaz. Mart Kapıdan baktırır, kazmayı küreği yaktırır” denilmektedir.

-Mart’ın yöreye göre sayılı günleri:
2- 3. Mart- Soğukların kırılması,
5- 6. Mart- 3.Cemre toprağa düşer,
7- 9. Mart- Ağaçlara Su yürümesi, Bağ budama ve Kalem aşısı zamanı,
10- 18. Mart- Kocakarı fırtınası,
14- Mart dokuzu soğukların başlangıcı,
19. Mart- Kırlangıçların gelmeye başlaması ve kuşların çiftleşme zamanı,
20- 21. Mart- Nevruz,
22. Mart- Gündüzün uzaması ve gecelerin kısalma gündönümü,
21- 22. Mart - Hamsin ’in sonu,
23- 24. Mart - Koz kavuran fırtınası,
27- 29. Çaylak fırtınası,
31- Mart’ın dokuzu soğukların bitimi.

*Abrul (Nisan)
Abrulun beşi soğuklarına yöremizde  “Balak Kar-ı” adı denilmektedir ;  çünkü bu fırtınalı günler Rumi 5. Nisan günü, Miladi 18. Nisan’a denk gelip görülen sayılı soğuklardır.

-Balak fırtınası ile ilgili dedelerimiz anlattığına göre, yöremizde meydana gelen tipi fırtınasının bir acıklı hikayesi vardır:
“Hemşerimizin biri “Balak” lakaplı  rahmetlik komşu köylere ekim için eşeklerle tohumluk almaya gider; Adamcağız köye geri dönüşünde tipiye tutulur ve yolunu kaybeder. Yakınlarında bulduğu Ören inlerinden birine sığınır ve sabaha çıkmaz; oracıkta donarak vefat eder. Aradan bir kaç gün sonra aramaya geden yakınları garibin cansız bedenini örende bulurlar.”

-Nisanın yöreye göre sayılı günleri:
2- 3. Nisan Çiçeklerin açılmaya başlaması,
4- Nisan Bülbül ve benzeri ötücü kuşların ötmesi (Feryâd-ı Andelib)
5- Balak fırtınası,
6- 7. Nisan Kırlangıç fırtınası
15- Nisan Kuğu fırtınası,
19- 24. Nisan Sitte-i Sevir fırtınası.

(Sitte- i Sevr: her saati bir devir” deyimiyle, bir saati, diğer sonraki bir saatini tutmayan anın zaman dilimi şeklinde tanımlanır.)

*Hıdrellez (Mayıs)
Abrul’un 23. 6. Mayıs arasındaki günlerde, öğleye kadar yakıcı güneş olur ve bu günlerde öğleden sonra fırtına ile şiddetli yağış ve ardından sel görülebilir.

-Bazı sayılı günleri:
6. Mayıs- Hıdrellez,
9. Mayıs- Doğu rüzgârlarının esmesi,
12. Mayıs- Yağmurların kesilmesi,
16. Mayıs- Filizkıran fırtınası,
17. Mayıs- Gül mevsiminin başlaması,
20. Mayıs- Kokayla fırtınası,
23-24. Mayıs- Ülker fırtınası,
30. Mayıs- Kabak meltemi.

Seneyi ikiye bölen Hızır. günleri, 6. Mayıs ile 7. Kasım arasındaki 186. Yaz bölümü günleridir.

-Hıdrellez: Kış mevsiminin geride kalışı, yazın başlangıcı, tabiatın canlanışıdır. Bir geçiş döneminin bir dizi adetlerle kutlandığı gündür. Aynı zamanda bolluk, bereket, dileklerinin kabul edileceği Hızır ile İlyas'ın buluştuğu gün olarak da inanılan Hıdrellezin toplumumuzdaki yeri çok büyüktür.
Hızır AS. ile İlyas AS. birbirleriyle deniz sularının karayla temas ettiği noktada buluştuğu gün olarak bilinmektedir. Hızır Aleyiselam karayı, İlyas Aleyiselam da denizi temsil eder. Hayatın can bulması ve devamı için toprak ve güneşe ihtiyaç vardır. Bu unsurların bugünden itibaren birbirleriyle bütünleştiğine, sıkıntıların geride kaldığına, güzel günlerin başladığına inanılır.

*Kiraz (Haziran)  
-Yöreye göre sayılı fırtınalı günleri:
3-4. Haziran Kuzey (Poyraz) rüzgarların dönüşümlü esmesi,
10-11. Haziran- Ülker doğuşu fırtınası,
12. Kiraz fırtınası,
16. Haziran- Güney rüzgârlarının dönüşümlü esmesi,
20-23. Haziran- Günlerin en uzun günü,
21. Haziran- Gündönümü ve fırtınası,
25. Haziran- Uzun günlerin kısalmaya başlaması,
26. Haziran- Kızıl Erik fırtınası,
30. Haziran yaprak aşısı.

*Orak (Temmuz)
Bazı sayılı günleri:
4. Temmuz – Sam (Sıcak) rüzgârlarının esmesi
8-10. Temmuz - Çark dönümü fırtınası,
15. Temmuz Orak zamanı,
16-18. Temmuz- Sıcakların artması,
27. Temmuz- Kara Erik fırtınası,
31. Temmuz- Sıcak günlerin başlaması.

*Çürük (Ağustos)
-Bazı sayılı günleri:
5- Ağustos, Orak ile Ekin biçme bitim zamanı,
7- Ağustos- Sıcak günlerin azalması,
26-27. Ağustos- Leyleklerin gitme zamanı,
22- Sam rüzgârlarının sonu,
28-  Mihrican fırtınası.

Ağustos sıcağı (Eyyam-Bahur): Halk takvimine göre Ağustosun ilk haftası bunaltıcı ve kavurucu sıcaklar yaşanır. Bu günlerde çobanlar sürülerini gölgelik yerlerde tutmaya çalışır.

*İlkgüz (Eylül)
-Bazı sayılı günleri:
6. Eylül- Bıldırcınlar geçimi fırtınası,
13. Eylül- Çaylak fırtınası,
16-17. Eylül- Sıcakların azalması,
27-28. Eylül- Kestane karası fırtınası,
30. Eylül- Turnalar geçimi fırtınası.

*Ortagüz (Ekim)
-Bazı yörelere göre sayılı günleri:
3.Ekim- Koç katımı fırtınası,
10-11. Ekim- Meryemana fırtınası,
15- Ekim Yağmurların başlaması,
19. Ekim- Bağbozumu fırtınası,
20-21. Ekim- Suların soğuması,
26. Ekim- Balık fırtınası,
31. Ekim ( İklimi yumuşak yörelerin) ağaçların budanmaya başlanması.

*Ahırgüz (Kasım)
-Bazı sayılı günleri:
3. Kasım- Lodos rüzgârlarının başlaması,
5. Kasım- Kuş geçimi fırtınası,
8- Kasım- Kasım başı,
9- 10. Kasım- Pastırma Yaz’ı,
18 Kasım- Böceklerin kışlığa çekilmesi,
20- Kasım da Koç katımı biter.22. Kasım- Güney Batı (Kaba Yel) rüzgârlarının esmesi,
28. Kasım- Ağaçlardan suların çekilmesi,
29- 30 Kasım- Ülker dönümü fırtınası.
Seneyi ikiye bölen Kasım Kış günleri, 8. Kasımda başlayıp 5. Mayısta sona erer ve 179. gün sürer.

*Karakış (Aralık)
-Aralık’ın sayılı günleri:
1-2. Aralık- Kuzey rüzgârlarının esmesi,
9-10. Aralık- Karakış fırtınası,
19-20. Aralık- Yılın en uzun gecesi,
21. Aralık- Erbain fırtınalı soğuk günlerin başlangıcı,
26. Aralık- Uzun gecelerin sonu.

* Miladi Takvim:
Güneş yılı esasına göre hazırlanan bu takvim ilk defa Mısırlılar tarafından kullanılmıştır. Bu takvim; İyonlar, Yunanlar ve Romalılar tarafından geliştirilmiştir. Roma İmparatoru Jullius Cesar ve Papa XII. Gregor tarafından düzenlenerek günümüzdeki şeklini almıştır. Başlangıç olarak (Milat) Hz. İsa'nın doğum günü kabul edilmiştir. Miladi takvimi Hristiyan  Haclı dünyasının ve batı kültürlerini milletimize asimilasyonla enjekte eden İttihattı Terakkicilerin uyarladığı yerleşik Cumhuriyet düzeninde 1. Ocak 1926'dan itibaren yeni Türkiyemiz de o’ günden bu günlere kadar bilindiği gibi, şimdiki resmi olan Miladi Takvim genel olarak her yerde kullanılmaya başlanmıştır.

*Gelmiş ve gelecek ilimlerin kaynağı olan Kur’an-I Kerimde ki Takvim ile ilgili ayetler:
Rahman ve Rahim olan ALLÂH'ın (Cc.) ismiyle

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, ALLÂH'ın (Cc.) gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde, elbette düşünen bir topluluk için (ALLÂH'ın (Cc.) varlığına ve birliğine) deliller vardır." (Bakara, 164.)

“Gerçek şu ki, ALLÂH (Cc.) Katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri ALLÂH'ın (Cc.) kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesap (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki ALLAH (Cc.), takva sahipleriyle beraberdir. “(Tevbe Suresi, 36)
“Güneş ve Ay bir hesap ile hareket ederler.” (Rahman, 5.)

“Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.” (Yasin,39.)

“-Şüphesiz yüce ALLAH, (Cc.) hikmetiyle en güzelini derleyip ve en doğrusunu bilip söyleyendir.”

 18.03.2017
Hazırlayan: Aydın Suyak